Üniversitelerimizdeki bilimsel yetersizliğin ortaya konulmasına yönelik çok sayıdaki makalenin özünde bilim adamı yetiştirme ve belirleme yönteminin somut ölçütlerinin olmaması yatmaktadır. Prof. Dr. Sayın İbrahim Ortaş bir yazısında bu hatayı çok güzel bir şekilde yorumlayarak, yöntemi bilim adamı adaylarının dünyanın hiçbir yerinde görülmeyen dar bir çerçevede, kalıplaşmış bir atmosferde ve pasif bir bilim adamlığı perspektifinde yetiştirilmesi olarak ifade etmiştir. Ayrıca benzetme yaparak kullandığı ‘boynuz kulağı aşamaz ya da aştırılmaz’ yaklaşımı maalesef genel tabu olarak bilim camiamızda hüküm sürebilmektedir.
Üniversiteyi, bilime yenilikler kazandıracak bilim yuvası kurumlar hâline getiren öğretim üyeleridir. Dolayısıyla taşıdığı akademik unvanın hakkını veren nitelikli ve kişilikli hocaların yukarıdaki yetiştirilme mantığını kabul etmeleri mümkün değildir.
Sahip olunan akademik unvanlar kişiye bilim insanı sıfatı kazandırmaz. Bilim adamlığı bu unvanların yanında çok ayrı nitelikler, erdemler ortaya koymayı gerektirir. Üniversite hocası sadece bilgi üreten ve bilgi aktaran bir kişi olmanın çok ötesinde bilge kişi olmalıdır. Bu bilgelik kendi bilim dalının konularına hakimiyetin yanında, tarih bilmeyi, konulara felsefi olarak da yaklaşabilmeyi, aktüaliteyi takip etmeyi, önder-lider olmayı, bilgisinin yanında davranışları, değer yargıları, objektif duruşu, sorumluluk anlayışı ile olaylara ve tabulara aykırı ve sorgulayıcı bir kişiliği içermelidir.
Bilim insanları Sokrates’in ‘Bütün bildiğim hiçbir şey bilmediğimdir’ sözü gibi düşünüp mütevazi olabilen, sahip oldukları bilginin yanında çok hızlı gelişen bilimsel gelişmeleri sorgulayarak ve doğru yorumlayarak uyum gösterebilen, etik kişilerdir.
Değişik baskılara boyun eğebilen ve düşüncelerinde stabil olamayan, küçük çıkar beklentileri için bile bukalemun gibi fikir değiştiren, bilimsel kıskançlık duygularıyla yanıp tutuşan, hedefi için onurlu davranamayan, gerçeği söyleme cesareti olmayan, geniş özgür platformlar yerine engin görüşlerini ikili üçlü topluluklarda kaçak güreşerek, başarılı meslektaşlarının arkasından devamlı senaryolar üreten, bütün meslek yaşantısında liderlik ettiği-önderlik yaptığı ciddi bir çalışması olmayan, sadece görev adamlığı şeklinde bir kişilik gösteren, yıllardır aynı bilgi dağarcığı ile öğrencilerinin önüne çıkabilen, çalıştığı üniversiteyi ve işi memuriyet olarak gören, bölüm başkanlarının kölesi veya altında çalışanların katı amiri olarak memuriyet zihniyeti yaşayan ve yaşatan, kadrolaşan, ekip oluşturan, kişisel hesap gayesi güden, kişisel kaygılar ve kişisel hevesler gösteren kişiler bilim insanı olamazlar ve zaten olmamalıdırlar.
Öğretim üyeleri kendi kendisinin amiri olan kimsedir. Eğitim ve araştırmada özgürce davranabilen bir yapı içerisinde olması bunu hakkaniyetle yapabilmesi için de adil bir değerlendirme sonucu bu makamlara gelebilmesi gereklidir.
Akademisyen kendini yarınının mimarı olarak düşünmeyip, kendi dünya görüşü doğrultusunda ve ekip kaygısıyla hareket ederek kendisinden sonra gelen kadroyu keyfi oluşturursa, bir öğretim üyesinin ortalama çalışma süresi olan neredeyse 40 yıllık bir zamanın aynı zihniyette elemanlar tarafından yönetilmesine neden olur.
Bu evrensel ve özellikle vatansever bilimsel düşünceye en büyük ihanettir. Büyük düşünür Mevlana’nın ‘Herkes aynı fikirdeyse, hiç kimse yeterince düşünmüyor demektir’ sözü bu durumun farklı şekilde veciz bir ifadesidir.
Üniversitelerdeki profesörlük unvanı en üst seviyedeki akademik unvan olarak sırası gelene veya belli bir süre hizmet verene dağıtılacak bir ulufe değildir. “Şu kadar senedir hizmet vermekteyim karşılığında bu benim de hakkım” denildiği zaman, uç bir örnek olsa da üniversitedeki akademik olmayan personelin de bu hakkı talep etmesi çok şaşırtıcı olmayacaktır. Bilimsel bir üretimi olmayan, hatır gönül ile isimleri yayınlara eklenen kişilere bu unvanın verilmesi üniversitelerin kendi kendini küçültmesi demektir. Üniversitelerimizin saygınlığı için öncelikle gözetilmesi gereken burada uygulanan bilimsel yaklaşım olmalıdır.
Prof. Dr. Sayın İsmail Hakkı Aydın’ın yine Medimagazin’deki 25 Şubat 2008 tarihli “Üniversitelerdeki Akademik Unvan ve Atamalar” başlıklı yazısındaki önerilerine ve fikirlerine katılarak bu konuyu sürekli olarak gündemde tutmak gerektiğine inanıyorum. Bu çerçevede esas görevi bilimsel çalışma yapmak olan temel tıp bilimleri öğretim üyeleri için akademik yükseltilme şartlarının klinik bilimlerdekinin iki katı şeklinde uygulanması gerektiği kanısındayım. Hatta bazı tıp fakültelerimizde uygulandığı şekilde, bu kriterlerin daha yüksek limitlerde tutulması şüphesiz o kurumlara çok daha farklı konumlar kazandıracaktır. Ancak burada vurgulanması gereken bir diğer husus da bu kriterleri gerçekleştirmesi beklenilen temel tıp öğretim görevlisi ve öğretim üyelerinin de üniversite yönetimleri ve Yükseköğretim Kurulunca maddi-manevi her yönden desteklenmeleridir. Akademik unvan için kullanılan kriterlerin farklı uygulamalar şeklinde öğretim üyelerinin daha sonraki hizmet sürecinde de devam etmesi kesinlikle zorunlu olmalıdır. “Ben yayın yapmayı şu seviyede bıraktım” diyebilmek daha önceki yayınlarımın hiç birinde ben asli unsur değildim demekle aynı şeyi ifade eder. Bir bilim insanı hiç bir zaman bilim yapmayı bırakamaz-bıraktırılmamalıdır.
Öğretim üyesi mesleğine ‘ekmek parası kazanacak bir iş’ olarak bakmayan kişidir. Birikimini aktarmak, araştırmak ve bunu yayınlamak aslında kendini tanımlamaya ve hayata verdiği önemi ifade etmektedir.
Bilim insanı, bilimsel rekabeti biimsel kıskançlıktan ayırt edebilecek zihniyeti taşıyabilen, ilkeli durabilen, alçak gönüllü fakat gerektiğinde hak edenlere seviyesini fark ettirebilecek niteliklere ve dirayete sahip, kendisine yol açanlara her zaman vefalı, bir sonraki kuşağın kendilerinden daha iyi olması doğrultusunda çalışan, bazen aykırı fakat her zaman saygılı, özgün fikirleri ile düşünce üretebilen, bilmediklerinin farkında olan ve bunlarla mizahi seviyede kendini bile eleştirebilecek olgunlukta olmalıdır.
Bu noktada akupunktur tedavilerinin sosyal güvence altına alınabilmesi için ayrı bir gayretin sergilenmesi gerektiğini de belirtmek istiyorum.