Doğru düşünebiliyorsak, kanıt gösterebiliyorsak, önermelerimiz tutarlı ve çıkarımlarımız geçerli ise bilgimiz yöntemsel ve dizgisel ise yaşadığımız toplumda sorun yoktur. Ancak iş böyle değilse ortada büyük bir problem vardır ve bu ya bilgisizlikten veya çıkar amaçlı düşünce yönelimlerinden kaynaklanmaktadır. Bunların her ikisi de kötüdür, ama ikincisi daha vahimdir. Çünkü bilgisizlik bilgilenmeyle giderilebilir, ancak çıkarcılık yerleşmiş bir karakter olabilir ve yok edilmesi neredeyse olanaklı değildir.
Mutlu olabilmek için, iyiyi ve güzeli hep birlikte bulmaya çalışmak çok mu zordur? İyi ve güzel nedir? Bir toplumdaki ahenktir; beraber gülebilmek, üzülebilmek, endişe edebilmek, gurur duyabilmek, heyecanlanabilmek, merak edebilmektir. Burada elbette tek tip figür veya yaşam şekli yoktur, ancak temel konularda anlaşmazlık da bulunmamaktadır. Toplumsal mutluluğa, fertlerin birbirlerini duyumsayabilecek gelişmişlik düzeyi ile ulaşılabilir.
Beyin cahilleştirilmiş, üretkenlik bitirilmiş, heyecan yok edilmişse o toplumdan artık hayır gelmez. Bu süreç, küresel güçlerin yaptırımları ile işler. İnsanlar bir köşede oturmaya alıştırılırlar, fikir üretmenin önüne set çekilir, sanat yapmak engellenir, karşıt görüşlerin sunumları baskılanır. Zihinler durağanlaştırılır; toplumun bireylerine sürekli bir şekilde televizyon dizileri, değersiz ve boş yarışma programları seyrettirilir, miskin alışkanlıklar iyice yerleştirilir. İnsanların kollarını kıpırdatacak halleri kalmaz; çocuklar en temel gereksinimleri olan “oyun oynamak”tan bile geri dururlar, gençler yaratıcılıklarını gerçekleştiremezler, yetişkinler yol gösteremez olurlar, yaşlılar tecrübelendiremezler. Toplum uyuşturulmuştur; artık bilim ve mantığın yerini dogmalar almıştır. Dogmanın olduğu yerde içten gelen ilhamlara teveccüh gösterilmez, bilimsel buluşlara teşekkür edilmez. Orada neşe yoktur, sevinç yoktur, espri yoktur, heyecan yoktur, coşku yoktur. En kötüsü de sevgi yoktur.
Çağlardan beri, toplumlarda daha fazla çaba harcayan, daha fazla can kazandıranlar ve mutluluk verenler vardır. Bunlar öğretmenlerdir, sanatçılardır, bilim insanlarıdır, yazarlardır, felsefecilerdir, doktorlardır… Bunlar “uyuşuk” değildirler; çalışmakla sevinirler, üretmekle keyiflenirler, bilim ve mantıkla iş yaparlar. Ama esas, bir de sevgiyle çalışırlar. Toplum da, bu insanlara karşılık olarak vefa gösterir. Peki, bu çabalayan kesimler uyuşturulmak istenen toplumlarda nasıl engellenir? Öncelikle vefanın düşmanlığa dönüştürülmesi için planlar yapılır. Toplumu mutlu etmek üzere cansiperane çalışan bu meslek erbapları horlanmaya, ötelenmeye, değersizleştirilmeye çalışılır. Topluma mutluluk sağlayan bu kesimlerin elleri kolları bağlanır. Motivasyonları yok edilir. Onların çalıştırılmaması için her türlü engelleme, baskı, şiddet uygulanır. Rasyonel düşünce sistemi sökülerek alınmış, vefa duygusu bıraktırılmamış kitleler ise bu yapılanlardan adeta hoşnut olarak topluma mutluluk verenleri görmezden gelmeye başlarlar. Artık toplumu eğiten, düşündüren, geliştiren, iyileştirenlere saygı duyulmamaktadır.
Ancak bilinmelidir ki, böyle toplumları çok çetin sonuçlar bekler! Yapılanlar hemen etkisini göstermese de zamanla olumsuzluklar toplumun her kesimine dalga dalga yayılır. Her taraf kirli ve paslıdır. Öyle ki gün ışığı dahi artık görünemez olur. İnsanlar şaşkın ve bitaptırlar. İçlerinde birazcık olsun canlılık kalmış kişiler, “Neden bu kadar mutsuz, sağlıksız, bilgisiz, kültürsüz ve ışıksız kaldık?” diye merak ederler, ancak artık yanıtlar da bilinemez.
İş işten geçmiştir; çözüm belki de birçok nesiller için olanaksızdır…