Hepimizin çok iyi bildigi gibi kalkınmış ve dünyada söz sahibi ülkeler bilim ve teknolojide en üst düzeyde olanlardır. Ülkemizde bilim ve teknolojinin üretildigi yerler üniversiteler, yüksek teknoloji enstitüleri ve Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumudur. Bu kurumlar yasa ve yönetmeliklerle belirlenmiş görevlerini yogun bir şekilde devam ettirmektedir.
Geçmişimize baktıgımızda bilime ilgimiz 1463’lü yıllarda Büyük Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmet’in Fatih Medresesi’ni kurmasıyla başlamıştır. Bugünün gelişmiş Batı’sı o zamanlar hurafe ile ugraşırken Fatih yönünü bilime çevirmiştir.
Yıllar içinde, 470 yıl önce başlatılan bu bilim merkezinden gereken verimin alınmadıgını gören Ulu Önder Atatürk, bilime ivme kazandırmak için 1933 yılında Üniversite Reformu yaparak gelişmiş ülkelerin bilim insanlarını ülkemiz üniversitelerine getirmiş, bilim ve teknolojimize ivme kazandırmak istemiştir.
1980 yılından sonra yapılan degişiklikle üniversitelerimize bir ivme daha kazandırılmak istenmiş, ülkemiz bilim insanları dünya literatüründe ön plana çıkmış ve dünyadaki bilimsel sıralamada üst sıralarda görülmeye başlamıştır. Üniversite dışındaki merkezlerde zaman zaman bizleri umutlandıracak yeniliklere imza atılıyor fakat yeterli olmadıgını hepimiz biliyoruz.
Çünkü ülkemizde üretilmekte olan bilim ve teknoloji ülkemizin kalkınmasına yansımıyor. Bilim ve teknolojinin uygulanmasında kullandıgımız tüm malzemelerde dışa bagımlıyız. Dünyadaki bilim sıralamasında ön sıralarda, gelişmişlik sıralamasında arka sıralarda yer almaktayız.
Yani çelişkili bir durumla karşı karşıyayız.
Bana göre bu çelişkili durumun nedeni, hâlâ bilim ve teknoloji politikamızı yasa ve yönetmeliklerle ortaya koyamamış olmamızdandır. Bu konularda fevkalade akılcı konuşmalar yapılıyor , ilgili bilimsel kuruluşlar yogun bir şekilde çalışıyor fakat sonuç yukarıda söylendigi gibi çelişkili bir durum.
Bilim ve teknolojisi ile çok gelişmiş bir ülkenin egitim sistemini örnek alıp uygulamak gereklidir. Günümüz dünyasının bilim ve teknoloji gelişimindeki öncelik yenilenebilir enerji ve su olarak sıralanabilir. Fakat ülkemiz öncelikle dışa bagımlılıktan kurtulmalıdır.
Konuya bilgi sahibi olduğum bilim alanından bir örnek vermek istiyorum; kimi gelişmiş ülkelerde, klinik kimya uzmanı olmak için önce kimya egitimi alarak analitik düşünceyi öğrenmek, daha sonra tıp fakültesinde okuyarak insanı öğrenmek ve daha sonra uzmanlık yoluna dogru çeşitli açılımlar yaparak ilerlemek gerekiyor.
Böyle bir egitim ile bir taraftan hastaya hizmet diğer taraftan ülke ekonomisine katkı saglayacak üretim saglanıyor. Çünkü o ülkenin bir bilim ve teknoloji politikası var, o politika da üretim istiyor.
Bizde ise yetersiz egitim ile yıllardır tartışılan konu; tamamıyla dışa bagımlı bir sistemle elde edilen laboratuvar sonuçlarının yorumunun tıp kökenli olmayanlar tarafından yapılmaması gerektiğidir. Referans değerleri raporda yazılı olduğu halde, tıp kökenli klinik kimyacı sonuçların yorumunu yapacak ise klinisyenler ne yapacak?
Önemli olan böyle bir sistemin ülkemizde gelişmesini analitik olarak düşünmek ve uygulamaya koymak için gerekli bilim politikasını hazırlamak degil midir?
Bir gün gelir de dışa bagımlı sistemle elde edilen sonuçları yapan aletleri almaya döviz yetiştiremez isek ne olacak diye düşünmemiz ve enerjimizi bu yönde harcamamız gerekiyor.
Bence bütün bunların altında yatan sebep ülkemizin ülke menfaatine yönelik bir bilim ve teknoloji politikasının olmamasıdır.
Gelişmiş ve dünyaya hakim olmuş ülkelerde böyle bir sorun ve kargaşa yok, çünkü sagduyulu bir bilim ve teknoloji politikası ile sorunu çoktan çözmüştür. Konu ile ilgili uzmanların üretmekten başka görevi olmadıgı için kimse kimse ile ugraşmıyor, böyle bir ortam huzuru da beraberinde getiriyor. Bir taraftan da üretim arttıgı için durum ekonomiye yansıyor ve toplumun yaşam kalitesi yükseliyor.