Bilimsel araştırma yapmak bir akademisyen için hem gerekli hem de çok keyifli bir uğraştır. Bilim insanı olmanın en önemli gerekliliği soru sorabilmek ve yanıtlarını aramaktır. Bu da ancak bilimsel çalışmaların planlanması ve yapılması ile mümkün olabilir. Bilimsel çalışma yapmak bir dizi prosedürü gerektirmektedir.
Yıllar önce, akademik yaşamın başlarındayken duyduğum bir öykü vardı. O zamanlar bilgisayarlar ve internet henüz yaşantımıza girmemişti. Makaleler "Index Medicus’ta" taranırdı. Index Medicus deyince internet veya CD’ler akla gelmesin, bunlar kocaman kalın ciltlerdi. Bir anahtar sözcüğü taramak günler alırdı. Ciltler aranır taranır, makaleler belirlenir, bunların çoğu kütüphanede olmazdı. YÖK’e yazılır ve gelmesi beklenirdi. Bekleme süresi ayları bulurdu.
Sonra gelen makalelerin bir kısmı bizi hüsrana uğratırdı. Bir şekilde gelen makalelerle yetinilir ve çalışma planlanırdı. Aklımıza muhteşem fikirler gelir ve nasıl gerçekleştiririz, diye çabalar dururduk. Genellikle sahip olduklarımız basit tansiyon aletleri ve rutin laboratuvar testleri ile sınırlı kalırdı. Öyle birileri de destek olup, alın para, olanak, zaman demezdi. Engellere takıla takıla, uydur kaydır, bir şeyler yapardık. Muhteşem fikirler kanadı kırılmış, budanmış hale gelirdi. Elbette tüm bu olanaksızlıklar içinde çok güzel işler de yapıldı. Yapılmasa bugünlere gelinemezdi. Neyse, öykü bitmedi. Çalışma biter, bir makale taraması daha yapılırdı. Zira aradan gerekenden çok daha uzun süre geçmiş olurdu genelde. Taramada bir de bakarsınız ki, bir başka ülkenin yurttaşı gayet prestijli bir dergide yayınlamış sizin orijinal düşüncenizi. Empati yapınız lütfen! Nasıl bir engellenme, nasıl bir hüsran ve boşa kürek çekme! Yemin etmek istersiniz bir daha çalışma yapmamak için. Ama çoğumuz baştan başladı, bir daha bir daha
Bizim kuşağımızı eleştirenler bunları bilsin istiyorum. Yıllar geçti ve bilgisayarla, internetle tanıştık. Muhteşemdi ve uyum sağladık hızla. Sonuna dek keyfini çıkardık ve yayın sayıları hızla artmaya başladı. Uluslararası dergilerde gördük adımızı, ülkemizin adını ve gurur duyduk. Yeni yeni çalışmalara başladık. Sanki yolumuza kırmızı halılar döşenmiş de işler pek bir kolay kılınmış gibi. Gerçek öyle değildi ki. Yine büyük mücadeleler vardı, araştırma yapmak ve yayınlamak için. Ama öncekinden daha kolaydı. Gel zaman git zaman, uluslararası anlaşmalar bizi de bağlar oldu veya biz öyle sandık. Bir etik kurul dehşeti ile karşı karşıya kaldık.
Biliyorum işimiz insan, insanı mutlu kılmak, ona iyi bakmak, zarar vermemek, ülkemin kaynaklarını boşa harcamamak. Bir dolu gerekçe yazılabilir, yazarız. Gerek yok. Bir etik kurul izni 6 ay sürmekte, eğer almayı başarırsanız! Enerjiniz varsa bürokrasi çilesine katlanır, yoksa vazgeçersiniz. Etik kurul iznine inanıyorum, olmalı. Ama bu çile çektirme, bıktırma ve tüketme aşamasına ulaşmamalı. Siz biliyor musunuz bir çalışma nasıl yapılır? Ne kazanılır ardından? Özellikle aşamalarını tamamlamış bir akademisyen için ne getirisi var? Doçentlik sınavında mı görev alırsınız ödül olarak? Olabilir tabii eğer ödül kabul ederseniz. Farkınız nedir, hiç çaba göstermeyenden? Ben biliyorum farkın ne olduğunu! Görevini ve bulunduğu yerdeki var oluş gerekçelerinden en önemlisini gerçekleştirmiş olmanın huzuru. Hepsi bu kadar, ben razıyım buna. Etik kuruldaki arkadaşlarıma da yazık! Nasıl bir yük vardır üstlerinde kim bilir.
İlerlemek ve aydınlık bir geleceğe sahip olmak, engelleri kaldırmak ve işleri kolaylaştırmak, gelişimi teşvik etmekle olabilir. İşte tüm bu nedenlerle yönetimlerin otoriter geleneklerinden kurtularak, asıl görevleri olan bilim üretmek ve bilime katkı görevlerini yerine getirmesi gerekmektedir. Açıkça önereyim, yeni bir üniversite yapılanması ve bilim insanının gerçek kimliğine, yani sorgulayıcı, yaratıcı düşünceyi uyaran ve üretken kimliğine dönmesi gerekmektedir. Bu da kolayca yeni bir üniversite anlayışı ve bu yolda yapılacak yasal düzenlemelerle olabilir, diye düşünmekteyim. Yeni eğitim yılına enerji ve yeni fikirler depoladığımız verimli bir yaz dileklerimle, saygılarımı sunarım.