Tolstoy’un ‘İnsanı alçaltan ve küçülten bir duygu’ olarak tanımladığı ‘kıskançlık duygusunu’ bilimsel gelişmeyi alıkoyan en büyük engel olarak değerlendirebiliriz. Neredeyse bütün toplumlarda kıskançlık duygusu vardır ve neredeyse tüm bireyler yaşamlarında az ya da çok kıskançlık duyarlar. Bazı yazarlara göre kıskançlık kültürel tutumlar ve alışkanlıklar tarafından belirlenen öğrenilmiş bir tepkidir.
‘Kıskanılmayan, imrenilecek bir erdemi olmayandır’ sözü doğrudur fakat burada bu duygunun olası rekabet duyguları yerine acımasız bir kıskançlığa dönüşmesi, bilimsel ortamlarda, özellikle yüksek eğitimli ve birçok meziyetlerle donanmış olması beklenen hekimler ve öğretim üye ve yardımcılarında varlığını belirginleştirmesi ciddi bir akademik probleme neden olmaktadır.
Haset etmek, ‘başkalarının sahip olduğu şeyleri kıskanma duygusu’, kıskançlık ise ‘sahip olduğunu kaybetme duygusu’ olarak ifade edilmektedir. İdeal bir akademik ortamda olması gereken temel prensiplerin ön sıralarında yer alan özerklik, etik, liyakat, kalite, bilimsellik, demokratik yönetimin yanı sıra bilimsel rekabet de hiç bir zaman göz ardı edilmemesi gereken bir ilkedir. Ancak burada rekabetten kasıt, bilimsel gelişme ve ilerleme için kurum ve öğretim elemanları arasında pozitif geri bildirimlerle sağlanması gereken bilimsel yarışmadır.
Haset ve kıskançlık birbirine çok yakın iki terimdir ve farklı durumlarda kişinin verdiği biyo-psiko-sosyal tepkilerdir. Bilimsel ortamda düşünüldüğünde, haset herhangi bir başarı, nesne veya insan ilişkisine bir başkasının sahip olup da kişinin kendisinin sahip olmadığı bir durumda ya kendisinin de sahip olmak istemesi ya da karşıdakininde sahip olmamasını dilemesidir. Haset duygusu bazen açık ve belirgin olarak kendini hissettirirken bazen de üstü örtülü bir şekilde gündeme gelebilir. Bireyin kendi içinde ulaşmak isteyip de ulaşamadığı her türlü nesnenin, bir başkasının elinde veya gücünde olmasına imrenme duygusu şiddetlendikçe hasede, hasedin artması ise saldırganlığa dönüşür. Kendinde olmayanı tahrip etme, yok etme, bunları yapamazsa dedikodu üreterek bunu sağlama yoluna yönelme temel istektir. Haset böylelikle akademik başarıyı yok etmeye yönelir. Böyle bir yarışın da sonu yoktur.
Kıskançlık ise daha önce belirttiğimiz gibi, kişinin kendisinin sahip olduğunu kaybetmekten çekinmesi ya da korkmasıdır. İkisi de insan varoluşu için önemli olarak kabul edilir. Psikiyatrik açıdan daha olgun bir mertebe olan kıskançlık, kişinin benlik saygısına karşı oluşan bilinçaltı tehdite karşılık bir reaksiyondur. Bu tablo içerisinde olan birey bütün nesnenin kendisine ait olmasını, karşısındakine hiç bir şeyin kalmamasını arzulamaz. İstediği şey, başkasında olanın aynısının kendisinde olmasıdır.
‘En suçlu ihtiraslarla öğünenler bulunur, fakat kıskançlık asla itirafa cesaret edemediği sıkılgan ve utangaç bir ihtirastır’ sözündeki gibi kıskançlık duygusu da zaman zaman üstü örtük bir şekilde ortaya çıkar. Olayın arka planına baktığımızda gizliden gizliye yaşanan rekabet ve kıskançlıklar kişiyi böyle bir talebe yöneltmektedir. Bu da üstü örtülü kıskançlık duygusudur.
Kıskançlık bir bakıma sevgisizlik olarak da yorumlanabilir. Sevgi aktif ahlakın temelidir. İçi sevgi dolu bilim adamı meslektaşını sayar, güven duyar, dayanışır, bir büyük amaç için birlikte savaşır. Seven insan kötülük düşünemez, küçülmez, yıkıcılığa düşmez, bir başarıyı bir güzelliği kötüleyemez, meslektaşını haksız yere yeremez.
Çoğu kez sosyoloji, psikoloji ve felsefe gibi bilim dallarının da konusu olan kıskançlık olgusuna bilim adamları farklı görüşler ileri sürerek açıklık getirmeye çalışmaktadırlar. Konuya Felsefi açıdan bakıldığında, Bacon’un ‘Karşılaştırma olmayan yerde kıskançlık olur’ düşüncesine, Decrates ‘Kıskançlık, sahip olduklarını koruma isteğinden kaynaklanan bir tür korkudur’ yaklaşımı görülmektedir. Aynı konuda , Sokolof ‘İnsanın en az bilinen duygusu ve üzerinde en az konuşulan davranışıdır, bir muammadır’ demekte, Spinoza ise ‘İnsan ancak bir başkasına ait erdem için kıskançlık duyar’ şeklinde bir yaklaşım sergilemektedir.
Aynı Spinoza ‘Kıskanç bir insan için başkalarının mutsuzluğundan daha hoş ve başka bir kimsenin mutluluğundan daha katlanılmaz bir şey yoktur. Kıskanç insandan başka hiçbir kimse benim güçsüzlüğümden ve ıstırabımdan haz duyamaz’ demiştir. Aischylus, bu durumu ‘Pek az kişi vardır ki, iyi talihli bir dostun başarılarını kıskançlık duymadan kutlayabilsin’ şeklinde özetlemiştir. Kıskanç bir akademisyen genellikle kültürü yetersiz, hakikatı kavrayamadığı için karamsar ve hakikat düşmanı olmuş kişidir. Bu tarz kişilerin kendi niteliklerini herkese dikte ettirmek sevdasında olduğunu da açıkça gözlemlemek mümkündür.
Sonuç olarak, ancak iyi duyguları yok eden bencilliğin, hasetin ve kıskançlığın yerine bilime, insan kişiliğine saygıyı, tüm akademik çalışma arkadaşlarının iyiliğine çalışmayı, bireyin hürriyeti ve ahlaki sorumluluğunu, insanların hak ve vazife eşitliğini ilke olarak benimseyen kişiler gerçek bilim insanlarıdırlar.