Dilimizdeki “Hırs” kelimesi Arapça kökenlidir. Bildiğimiz gibi “sonu bulunmayan istek” anlamına gelmektedir. Buradaki istek kişinin kendine dönük “sahip olma” isteğidir. Aynı kökten gelen “haris” kelimesi “hırslı”, “açgözlü”, “aşırı düşkün” gibi karşılıklarla özdeştir.
“İhtiras” kelimesi ise yine Arapça kökenli olup sözlük karşılığı “şiddetli arzu ve istek” “bir eğilimin bir amaca sürekli ve güçlü olarak yönelmesi” şeklindedir.
Sonuçta arzu, hırs ve ihtiras kelimeleri yalın istek kelimesinin ifade ettği anlamın değişik dozlarını vermektedir. İstek doz arttıkça sırasıyla arzuya, hırsa ve sonunda ihtirasa dönüşebilmektedir.
Normalde bir bilim adamının isteksiz, arzusuz ve tutkusuz olması düşünülemez. Arzu ve tutkular bilimde üretkenliği, başarıyı getirir. Bu, saptanması gereken bir olgudur. Ancak saptanması gerekli diğer olgu da, bu istek, arzu ve tutkuların bir sınırının olduğudur.
Bu üç kelime arasındaki kaymalar bilimsel yaşamda çok büyük başarılardan, kitlesel felaketlere kadar tüm evreni ilgilendiren sonuçlara neden olmaktadır. İstek ile ihtiras uç noktaları arasında tampon bölge “hırs”tır. Bilim dünyası belli bir yere kadar hırsları hoş görürken ihtirası hoş görmez. Akıl ve irade kişideki sevgi duygusu ile birleştiğinde ihtirasın neden olabileceği hatalar azalır, itidal yani “ölçü” başlar.
Hırslı bilim insanı amaç edindiği nesneye, kişiye, düşünceye ruhsal yaşantısı içinde büyük bir yer ve değer verir. Bu amaca erişmek kişiye yaşama gücü ve canlılık kazandırır.
Bilimsel hırs normalde insanları motive eden, onları harekete geçiren ve daha iyi şeyler yapmaya yönlendiren pozitif bir duygudur. Bilimsel başarıya giden yolda temel unsurlardan biridir.
Ancak hırsın derecesi, kullanılış şekli ve amacı büyük önem taşır. Her şeyde olduğu gibi hırsın da fazlası zararlı olabilir. Gözünü hırs bürümüş ve hayatına bu hırsla yön veren bir bilimsellik, bütün değer yargılarını bir tarafa bırakarak etik dışı yollarla hedefine ulaşmaya çalışır. Bu yüzden bilimsel hırs bilimin yapıldığı ortamların önemli zaaflarından biridir. Bilimsel hırsın diğer özellikleri bencillik ve insanlara karşı sevgi, saygı ve acıma duygusu taşımamasıdır.
Mesleğinde en iyi yerde olmak, hatta zirvede olmak insanın doğasında yatan bir hedeftir. Mesleğinde başarılı olabilmek, daha iyi hizmet verebilmek ve bulunduğu mevkiyi koruyabilmek veya yükselebilmek için her insanda aşırıya kaçmayan, ölçülü bir hırs bulunması doğaldır. Ancak, hırs iradenin kontrolünden çıkıp, kontrol eden ve yönlendiren bir konuma geçtiğinde, içinde bulunulan camiada kabul edilemeyecek tablolar yaşanır.
İktidar hırsı, yönetme, otoriteye sahip olma isteğinden doğar. Kariyer, bilimsel liyakat gibi özellikleri dikkate almaz. Hatta güç kullanarak, entrikalar organize ederek iktidar olunduğu da bilinen bir durumdur.
Mevki hırsı ile bir yere ulaşmak isteyenler dedikodu yapmaktan da çekinmezler. Dedikodular yalanları getirir. Yalan ise insanlar arasında birliği bozar. Mevki hırsı ile dolu kişiler güçsüz anlarında, mevkileri elinden gitmesin diye kolayca yalan söylerler. Bu insanlar için yalan güçsüzlüğün güç karşısındaki silahıdır.
Bütün dinlerin, inanışların ve ifade edilen tüm felsefelerin, bütün terbiyelerin esasında, derece derece hırstan kurtulma gayreti vardır.
Aristoteles’in yorumu, hırsın belki de bütün diğer ihtiraslardan daha fazla suç sebebi olduğu şeklindedir. Balzac “Hırs ve tamahın başladığı noktada, saf duygular sona erer”, Shakespear “Hırsımızı muhakememiz ile yenmeye çalışmalıyız” derken Anatole France ise “Dostumun Kitabı” adlı eserinde, “Hırs deyip geçmeyin, du dünyada büyük olarak ne yapılırsa onun sayesinde yapılır” diyerek farklı bir yaklaşım sergilemiştir.
Bütün insanların benliğinde değişik ölçülerde bulunan hırs çevresine zarar vermediği, amaca hizmet ettiği sürece faydalı olmaktadır.
Bilim adamı aşırılıktan kaçınırken yükselme duygularını da tabii ki köreltmemelidir. Yükselme hedefleri tüm aşırılıklardan ve zarar verici ihtiraslardan arınmalıdır.
Üst bilimsel konumlara yükselmek gerçekten zor bir iştir. Ancak asıl önemli olan o konuma layık olmaktır. Konfüçyüs “Yüce bir mevkiye sahip olamadığından değil, o mevkiye layık olamayacağından dolayı endişe et.” demektedir.
Bilim adamlarında “his ve mantık” bir arada olmalıdır. Mantık olaylara hâkim olduğunda arzuyu ve ölçülü hırslı olma durumunu ortaya çıkarır. His olaylara hâkim olduğunda ise, hırs ihtiras biçimine dönüşür ki bu durumda olaylara hâkim olunamaz bir durum ortaya çıkar.
Gerçek ve çağdaş dünya görüşünün insanı, yani bilim insanı ise kendi kendini eğiterek iç dünyasında arzuları ile yetenekleri arasında bir denge kurar. Şöhret ve mevki hırsının esiri olmadan davranışlarını kontrol eder. İhtiraslarını ve bütün sivri özelliklerini törpüler ve kendini mükemmelleştirmeye çalışır.
Dünyayı kendinden ibaret sanan, herkesin kendisine hizmet etmesi gerektiğine inanan, insancıl ve toplumsal bir inanç ve amaç taşıyamayan, kompleksler, kuruntular ve korkular içerisinde öz benliğini kaybeden, dedikodular, entrikalar ve yalanlar arasında giden gelen, ilkeli davranamayan, beğenilme, saygı ve övgü saplantılarında boğulan, hırsını eleştirenlere kin tutan, kibirli ve kindar kişiliğe bürünen insanların bilim insanı olması mümkün müdür?