Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), sağlık tanımını “yalnızca hastalığın yokluğu değil, kişinin bedenen, ruhen ve sosyal yönden tam bir iyilik hali” olarak vermektedir. Bu tanımın ortaya koyduğu sağlık, insan yaşamının kalitesini artıran en önemli bileşendir. Bu nedenle insanoğlu, yaşam kalitesini yükselten sağlığı devam ettirmek, kaybettiğinde ise elde etmek için tıp etkinlik alanına ve tıbbın uygulayıcısı hekime her zaman ihtiyaç duymuştur.
Diğer yandan insanoğlu, bilimsel yönden halen tam olarak açıklanamayan bir fizyoloji ile ağlamaktadır, gülmektedir, aşık olmaktadır, üzülmektedir vs. Sayılan bu davranışları vücudunda biyokimyasal, fizyolojik ve anatomik değişimlerle gösterirken, aslında gösterilen davranışın özünde, yaşadığı toplumun değerleri ve inançları çok büyük önem taşımaktadır. Toplumsal yaşamın ortaya koyduğu değerler arasında “adalet” en başta gelir. Aristo’nun “Herkese payına düşeni vermek” olarak tanımladığı adaletin sağlanması görevini hakimler üstlenmişlerdir. DSÖ’nün sosyal yönden iyilik haline de atıf yaparak “adalet” bireyin ve toplumun sosyal sağlığıdır desem her halde yanlış olmaz.
Hukuk kurallarını uygulayarak adalet dağıtan hakimin, önüne gelen her somut olayı, hukuk bilgisi ve günlük yaşamın bilgi ve deneyimi ile çözümleyebilmesi mümkün olamaz. Çözümü uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hallerde hakim, bilen bir kişiye danışır. Bilen bu kişiye bilirkişi denir. Ceza Muhakemesi Kanunu’nda ve Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu’nda bilirkişi tanımı, bilirkişinin nasıl seçileceği, bilirkişinin görevleri, yetkisi, sorumluluğu yasa ile ortaya konmuştur.
İnsanın en temel ve tüm hakların ön şartı olan yaşam hakkına, vücut bütünlüğüne, cinsel dokunulmazlığına yönelik suçlarda suçun ve suçlunun tespiti, mağdurun suçtan etkilenme derecesinin tespiti başta olmak üzere tüm sağlıkla ilgili konularda hakim, hekim bilirkişiye başvurmak zorundadır. Bu zorunluluk, aslında “Adli Tıp” adı verilen uzmanlık alanının var oluşudur.
Ülkemizde bilirkişilik denilince maalesef (yanlış bir anlayışla) akla hep Adalet Bakanlığına bağlı olarak kurulmuş “Adli Tıp Kurumu (ATK)” gelmektedir. Oysa ki bugün hemen hemen tüm tıp fakültelerinde bulunan “adli tıp anabilim dalları” da bu görevin yerine getirilmesine ATK kadar olmasa da katkıda bulunmaktadır.
Yasa ile kurulmuş ATK, Türkiye’de çok önemli bir görevi yerine getirmektedir. ATK’nin resmi bilirkişi olarak nitelendirilmesi, Kuruma farklı bir misyon yüklemektedir. Yüce Yargıtayın kararları da mahkemeler tarafından göz önüne alınmak zorunda olduğundan, neredeyse Türkiye’nin her yerindeki her olayla ilgili olarak Kurumdan görüş alınmak zorundadır. Bu ise adli tıp anabilim dallarının iş göremez haline gelmesine, anabilim dallarındaki akademik personelin hizmet dışına itilmesine, tıp fakültelerindeki hekim adaylarının ve adli tıp uzmanlık öğrencilerinin iyi yetişememesine neden olarak tıp eğitiminde; davaların uzamasına, uzayan dava ile yargı kararlarının sorgulanmasına, yargılama faaliyetinin pahalı olmasına ve adaletin gecikmesine neden olarak yargıda onarılmaz sıkıntılara neden olmaktadır.
ATK’nin yapılanmasında özellikle merkezdeki ihtisas daireleri ve ihtisas kurullarının oluşturulmasında bilimsel camianın hoşnut edilememesi ise ATK’den çıkan raporları da sorgulanır hale getirmektedir. Aslında böyle bir sorunun hukuksal anlamda çözüm yolları mevcuttur. Yasalarımızda bilirkişi sıfatı ile verilen hiçbir rapor yüce mahkeme ya da hakim için bağlayıcı değildir. Yani, mahkemenin ya da hakimin bilirkişi raporunu yeterli görmemesi durumunda o bilirkişi raporunun hiçbir değeri yoktur. Mahkeme ya da hakim aynı bilirkişiden yeniden ek görüş isteyebileceği gibi başka bir bilirkişiye de başvurabilir. Diğer yandan bilirkişinin gerçeğe aykırı mütalaada bulunması halinde Türk Ceza Kanunu’nun 276. maddesi kapsamına göre bilirkişi hapis cezasına çarptırılır.
Son dönemde bilinen somut olayla ilgili gelişmelerin yukarıda değindiğim yasa hükümleri içerisinde değerlendirilmesi gerekir. Adalete ulaşmada yüce yargının en önemli yardımcısı olan “özellikle adli tıp” bilirkişilik sistemindeki sorunlarla ilgili eleştirilerin olması herkes için bir görev olup adaletin dağıtılmasına yardımcı olan kurumların zaafa uğratılmaması da bu görevin bir parçasıdır. Bu nedenle somut olay değerlendirilirken temelde yapılması gereken, Adli tıp anabilim dallarının etkinliğinin artırılmasını sağlayan düzenlemelerin yapılmasıdır.
Tıp fakültesinde hekim adaylarına, hukuk fakültesinde hukukçu adaylarına anlattığım ilk adli tıp dersinde şu soruyu sorarım. “Adaletli bir ortamda sağlıksız yaşamayı mı yoksa sağlıklı bir şekilde adaletsiz bir ortamda mı yaşamayı tercih edersiniz?” Fikri hür, vicdanı hür Türk gençliğinin cevabı her zaman “Sağlıklı bir şekilde adaletli bir ortamda yaşamak isteriz” olmuştur.