Çıktım Bingöl başına, düştüm çakıl taşına.
Benim başıma gelen, gelmesin düşman başına.
Anonim
50 kilometre önce geçirmiş olduğum ve ufak sıyrıklarla atlattığım motosiklet kazasının ardından 1 saat yol aldıktan sonra Bingöl Polisevi’nin kapısı önündeyim. Böylesine kötü bir deneyimin ardından, hiç bilmediğin bu şehirde geceyi geçirilecek en doğru yerin bir kamu kuruluşu misafirhanesi olduğunu düşünüyorum. Kapıdaki görevliler, saat 22:00’de, kafasında kırık bir kask, üzeri toz toprak içinde bir adama gösterilmesi gereken şüphe dolu dikkatle yanıma yaklaştılar. Bu şüphelerini bir an önce izale etmenin en doğru şey olduğunu bilecek kadar uzun süredir Güneydoğu’da yaşayan birisi olarak başımdaki kaskı çıkarıp onları aşina oldukları şekilde selamladıktan sonra kendimi tanıtıyorum. Ufak bir kaza geçirdiğimi ve geceyi burada geçirmek istediğimi söylüyorum. Sivil giyimli polis memurlarından bazıları bütün samimiyet ve yardımseverlikleri ile beni içeriye davet ederken, bazıları da benden daha fazla hasarlı görünen motoruma sahip çıkıyorlar. İşte devletin şefkatli ellerindeydim. Beni hiç tanımayan ve benim hiç tanımadığım bir grup ‘iyi insan’, sadece gecenin içinden yardıma muhtaç olarak gelen bir vatandaş olduğum için bana yardımda yarışıyordu. Hemen hastaneye götürelim teklifini reddederek odama çıkıyorum. Bana sıkı sıkı tembih ediyorlar, “eğer kendini iyi hissetmezsen gecenin hangi saati olursa olsun bize haber ver seni bir arkadaşımızla hastaneye göndeririz”. Ciddi sayılabilecek bir kazayı kırık-çıkıksız olarak atlatmanın mutluluğu ve güvenli bir ortamda sıcak bir yatak bulmanın huzuru ile uyumaya çalışıyorum. Ama soğuyan ve dinlenen bedenim çarpmaların ağrısını hissetmeye başlıyor. Saat gece yarısını 1 saat geçerken, ağrıların dayanılmazlığı beni resepsiyondan yardım istemeye mecbur ediyor. 10 dakika sonra bir ‘ekip aracı’ndayım. Adını şu an hatırlayamadığım sivil polis memuru ile hastaneye kadar sohbet ediyoruz. Bana son derece nazik hitaplarda bulunan Karadenizli memur bey, 4 yıldır Bingöl’de olduğunu, her an bir köşe başından çıkacak ölüm tehlikesi ile yaşadıklarını ama yine de halinden şikâyetçi olmadığını söylüyor. Bu arada telsizden pek çok polisiye vaka anonsu geliyor. Kendimi polisiye filmlerinde gibi hissediyorum, ama bunlar gerçek ve yanımda gerçek kahramanlardan birisi oturuyor.
Derken Bingöl Devlet Hastanesi Acil Servisine varıyoruz. Memur bey, “Hocam lütfen siz içeri geçin, ben arabayı park edip geliyorum” diyor. Acil Servis gecenin karanlığına inat ışıl ışıl. Oldukça temiz ve düzenli görünen Acil, pek kalabalık değil. Ortalıkta sağlık çalışanı ve hasta yakınları kadar da güvenlik görevlisi ve polis memuru var. Buralarda adli vaka sık, hasta yakınları da biraz ‘heyecanlı’ olduğu için bu gerekliymiş. Birazdan anlıyorum ki Acil Servisin aydınlığı ışıklardan değil orada çalışan aydınlık yüzlü insanlardanmış. Hastane personeli, hekimler, hemşireler ve polis memurlarının hepsi yaptığı işin hakkını vermeye çalışan bir eda içerisinde. Gerek hemşireler, gerek hekimler meslektaş olduğumuzdan dolayı bana böylesine nazik ve ilgili davranıyorlar diye düşünürken, herkese böyle davrandıklarını görmek, ekmek parasını tıp ve hemşirelik öğrencilerine hastalarla iletişim ve meslek etiği öğretmeye çalışarak kazanan birisi için ne kadar güzel. 1995 Ankara Tıp mezunu meslektaşım bütün şefkat ve mahareti ile muayene ve tedavimi tamamlıyor. Ben de bu güzel insanları tanımanın mutluluğu ve ağrılarımın dinmiş olmasının rahatlığı ile Polisevi’ndeki odama geri dönüyorum (İlginç bir tesadüf: Yazının bu satırlarını 5 hafta kadar önce kaza yaptığım noktada ve hemen hemen aynı saatlerde bir otobüsün içinde yazıyorum).
İki ay aradan sonraki buluşmamızda sizlerle, bu yaz başımdan geçen, benim için dramatik ama ülkem adına ümit verici bu olayı paylaşmak istedim. Başımdan geçen bu olay sonrası Bingöl’de yaşadıklarım bu topraklarda ülkesini ve ülkesinin insanlarını seven, görev yeri neresi olursa olsun mesleklerinin gereğini hakkıyla yapan iyi insanları tanımama vesile oldu. Bilmem ki geçen günlerde haberlere yansıyan terör olaylarında bu iyi insanlardan hangileri yaşamlarını kaybetti? Bilmem neden bu iyi insanları yok etmek isterler? Ve bilmem o kötüler, yüreği vatan sevgisiyle dolu bu iyi insanların sonunun gelmeyeceğini bilmezler mi?
“Gidemediğin yer senin değildir.” Bu yazıyı okuyan ve bu beldelere henüz gelmeyenlere bir çağrım var. Eğer bu ülkenin her karış toprağı bizim diyorsanız, buralara gelin. Bir vesile bulun gelin. Ama bu gelişler devlet kasasından yapılan görevlendirmeleriniz ile sınırlı kalmasın. Ailenizi, çocuklarınızı, sevdiklerinizi alıp getirin buralara. “İnsan tanımadığı şeyden korkar.” Doğu ve Güneydoğu Anadolu’yu tanıtın ki çocuklarınıza, abla ve ağabeyleri gibi mecburi hizmet kurasında bu beldelere gitmekten korkmasınlar. Onlar gibi, çok çok paralar versen bile buralara sağlık hizmeti vermeye gelmeyen bir nesil olmasınlar. Bu konuda yazılacak çok şeyler var. Bir kısmını bu köşede “Taşrada Öğretim Üyesi Olmak” yazımızda dile getirmiştik. Daha da devam edeceğiz. Ülkesinin her yerini ve bütün insanlarını seven ve onlara hizmetten geri kalmayan iyi insanlara selam olsun…