Bahar
Devamlı karşıma çıkan bir youtube reklamı “Hikayelere ihtiyacımız var. “ diyor. Katılıyorum. Hikayelerle kendimizi tanıyoruz, anlıyoruz, bilinçaltımızın farkına varıyoruz. Parasız terapi.
Direk öğüt vermek etki etmezken, hikaye ile anlatımlar hedefe ulaşıyor.
Hikaye okumayı severim. Dizi izlemeyi de severim; hikayeyi güzel anlatıyorsa.
Bir kadın hekimi ana karakter olarak alan bir diziyi izlerken çok şey düşündüm.
Bahar
Anne
Eş
Bakıcı
Ev hanımı
Arkadaş
Dost
Öteki kadın
Düşman
Çalışmaya ara vermiş bir hekim
İyilik meleği
Hayatın içindeki tüm rolleri toplamış.
Oku, çalış, kazan, oku, çalış, kazan, oku, çalış……
Dinlenmek?
Kendin için fırsat yaratmak?
Sınırlarını belirlemek ve belirtmek?
“Hayır” demek?
İsteklerini dile getirmeyi ve bunu düzgün yapabilmeyi başarmak?
Dün diziyi izlerken Bahar’a kızdım:
Çalışan anne olmanın zorluklarını yaşayan bir kadın olarak;
Çalışan anne olmasa da diğer işlerinin yoğunluğundan dolayı genellikle eve geldiğinde annesi tarafından karşılanma lüksü olmayan bir çocuk olarak;
Hekim olarak çalışırken kimi zaman yüklendiği duygularla baş etme becerisine sahip olamayan ve enerjisini işte tüketip eve sabrı kalmayan bir anne olarak;
Yaptığın her şeyde mükemmel olmanı bekleyen ve tek görevinin eleştiri yapmak olduğunu sanan, en ufak bir hatanda üstüne çullanan, iş çözüm üretme kısmına gelince “Onu da artık sen çöz.” düşünce yapısında bir toplumun parçası olarak kızdım.
Başka nelere kızdım?
Duyguların karşılıklı konuşulmadığı, içeride biriktirilen kelimelerin öfke ile olur olmaz zamanlarda kusulduğu veya hiç bir zaman söylenilemeyen duyguların etkisinde fizyolojik semptomların ortaya çıkması ile neticelenen ilişkilerle boğuşulan hayatlar…
Ahlak yoksunluğu/yorgunluğu ile zaman içinde duygularının değiştiğini kabul edip olduğu durumu değiştirmek için çaba sarfetmek yerine hayatında ikinci, üçüncü şahıslara “gereğinden fazla” ve “yersiz” yer vermeyi hak gören hayatlar….
Ah be Bahar;
“Hastalanıyorsun, dinlenmeye ihtiyacın var. Henüz yeni toparlamışsın, şöyle bir tatile çıkayım diye düşünmen beklenirken hırs yapıp “çalış, oku, kazan” döngüsüne geri dönüp asistan oluyorsun.
Neden?
Hala kendini ispat etme uğraşında mısın?
Bir yanlıştan kurtuldun diye düşünürken (ev hanımı, fedakar, cefakar, her işin altına elini koyan…) başka bir yanlışa (inatçı, azimli, iyileştirmek için her daim hazır….) doğru yol alıyorsun.”
diye düşüncelerle söylendim.
Bir yandan da Bahar’a hak verdim. Belki de yanlış açıdan bakıyorum. Gerçekten hep istediği ve ertelediği şeye geri dönmüştür diye düşündüm ve bu düşüncemin gerçek olmasını diledim.
Vaktim çoktu, başka işim yoktu da bir bunu düşünmem mi kaldı? Gülümseyin lütfen!
Bu koşturmacada vakitsizlikte pek çok şeye vakit yaratma becerisine sahip oluyoruz. Değil mi?
Kimlerin kendini sorgulamaya vakti var?
Koşuşturma telaşesinden içinde olduğunuz döngüde olmanın sizin tercihiniz olup olmadığını sorgulamayı dahi bıraktınız mı?
Geçen hafta içinde henüz 40-55 yaş aralığında ve kariyerinin tepe noktasındaki üç kadın hekimin kanserden dolayı yaşama veda edişi ardından….
Gözyaşları….
Tükeniyoruz…
Tüketiliyoruz…
Hikayelere ihtiyacımız var…..
Güzel hikayelere….
Güzel devam edenlere….
3 yorum
Tebrikler, güzel bir psiko-sosyal analiz olmuş. Belki de ‘yavaşlamayı’ öğrenmemiz gerekiyor.
Bir kadın hekim olarak benim de duygularıma tercüman oldu bu cümleler, tebrik ederim çok güzel yazmışsınız.
Kadın hekimler…
Aynı zamanda, iyi eş, iyi anne, iyi gelin, iyi evlat olması beklenen… Özel hayatın tüm yükünü üstlenirken ( çocuk bakımı, hasta bakımı, yaşlı bakımı…) aynı zamanda iş yaşamında “performans temelli” çalışma düzeninde kendini var etme mücadelesi veren kadınlar… İş ve özel yaşamın dengelenmesi sürecindeki çok önemli “zihinsel yükü” görülmeyen, görünmez kılınan kadınlar…
Sayımız o kadar çok ve sorunumuz o kadar ortak ki…
Bu sorunu “toplumsal cinsiyet eşitsizliğini” görmeden ve bu eşitsizlikle mücadele etmeden çözemeyeceğimizin de farkında olsak keşke.
Kendimiz için değilse de bizden sonraki kadınlar için, evlatlarımız ve torunlarımız için.
Yarın artık bugündür diyerek…