Cihan-ârâ cihan içindedir ârâyı bilmezler.
Ol mahiler ki derya içredir deryayı bilmezler.
Hayâli
İki hafta önceki yazımızı, Sharon Stone’dan bahisle, ‘Amerika’da yaşa da hürmetin kalmadığını’ yazarak sonlandırmıştık. Amerika’daki son günümüzde kaldığımız yerden izlenimlerimizi aktarmaya devam edelim. Evet, gerçekten Amerika’da yaşlı olmak zor. Batı Avrupa’da gözlenen ve insana, “bu memleketlerde ya yaşlı, ya çocuk ya da sakat olmak var” dedirten yaşlı vatandaşlara gösterilen ihtimam Amerika’da gözlenmiyor. İnsanlar, çok ileri yaşlarda bile çalışmak ‘zorunda’ hissediyor kendini. Zira, yüksek primlerini ödemezsen, ne bir sosyal güvencen var ne de sağlık desteğin. Sosyal devlet olmayan Amerika’da, var olmayan aile ve akraba desteği eklenince yaşlı olmak gerçekten zor. Şimdi neden modern devletleri tanımlarken “çağdaş, sosyal, hukuk devleti” dendiğini daha iyi anlıyorum. Amerika’nın çağdaşlığına diyecek yok, sosyal olmadığı zaten çoktan biliniyordu, son yıllarda da, ‘nine/eleven’ sonrası eklenen kaygılar ile, hukuk devleti olma özelliği de hafiften rafa kaldırılmış. Ama yinede mülteciler ve yeşil kart taliplileri Amerika’nın kapılarını zorlamaya devam ediyor, çünkü burası ‘fırsatlar ülkesi’. Fırsatını bulan tedavi olabiliyor.
Cleveland’da Türklerle karşılaşma konusunda hiçbir yoksunluk yaşamıyorsunuz. Hayır, kardiyolog Prof. Dr. Murat Tuzcu ve genel cerrah Prof. Dr. Feza Remzi gibi bilimsel başarıları ve örnek kişilikleri ile buradakilerin takdirini kazanmış, bizlerin de övünç kaynağı olan Türklerden bahsetmiyorum.
Bahsettiklerim Türkiye’den gelen ve çoğu zaman da ücretleri Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından ödenen Türk hastalar ve yakınları. Cleveland Klinikte yaptığım 3 konuşmada bana en sık sorulan sorulardan birisi, ülkemizdeki “muazzam” sağlık sigortası sistemiydi. İfade edildiğine göre Cleveland Kliniğin Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinden sonra en iyi müşterileri (müşteri diyorum çünkü kendi vatandaşına bile sadece parası olunca bakan bir ülkede bunlara hasta demek mümkün değil) Türkler. Bunu fark eden Klinik, sadece Türkiye’den gelen hastaların işlemlerini takip etmek üzere bir birim oluşturmuş. Türkiye’nin önünde bulunan ülkelerin ‘çağdaş, sosyal, hukuk devleti’ olduğundan bahsedilemeyeceğinden ve de bu ülkelerden gelenlerin sağlık hizmetleri için devletlerinden desteğe ihtiyaçlarının olmadığı göz önüne alındığında Türk sağlık sisteminin dünya ölçeğindeki müstesna yeri açık olarak ortaya çıkmakta. Türkiye’de bizim beğenmediğimiz, çoğu zaman da meslek örgütleri aracılığı ile eleştirdiğimiz sağlık sistemine prim ödeyen bir vatandaşın, eğer ihtiyaç duyulursa, değil Cleveland Klinik, dünyanın neresinde olursa olsun ‘en birinci kliniğe’ gidebileceğini ve bunun Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından karşılanacağını ben anlatmakta, onlar da anlamakta zorlandılar. Anlamakta zorlandıkları başka bir şey vardı ki o konuda Murat Tuzcu hocanın bana olan yardımları da fazla işe yaramadı. Sorulan bir soru üzerine Türkiye’de bir hastanın, makul denebilecek ölçüdeki bir miktar parayı ödemeyi göze aldıktan sonra hastanenin veya ülkenin en iyi hekimlerine muayene olabileceğini ve eğer sağlık sigortası varsa, geri kalan tedavisinin o hekim tarafından yürütülebileceği gerçeğine Amerikalı dinleyicileri bir türlü inandıramadık. “Ama Dr. Tuzcu biliyorsunuz sizin hastanız olan birisinin bile size ulaşması mümkün değildir. Hastalarınızın çoğunu siz kendiniz görmezsiniz” dediklerinde Murat hoca bunu kabul etmekle birlikte Türkiye’de işlerin böyle yürümediğini söyledi. Sevgili Medimagazin okurları ve değerli meslek örgütü üyeleri, eleştirme ve hak arama ülkemiz gibi ‘çağdaş, sosyal, hukuk devletlerinde’ son derece tabii ve gereklidir. Ancak ehl-i insaf olmak ve mevcudu takdir etmekte münevver olmanın şartıdır. Tam bu yazıyı hazırlarken Türk televizyonlarında yeni oluşturulan ‘Sosyal Güvenlik Kurumu’ ile “bütün vatandaşların temel sağlık hizmetlerine ücretsiz ulaşacakları” haberleri yer alıyordu. Ne mutlu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olana.
Bu yazıdan sonra gece dönüş yolculuğuna başlıyorum. Yaşananlar insana bir şeyler öğretiyor. Ben de Amerika günlerimden bazı şeyler öğrendim ve bunlardan bir kısmını Medimagazin okurları ile paylaşmaya çalıştım. Herkes dünyayı kendi gözlüğünden görür ve ona göre yorumlarmış. Benim gözlüğümden görünen manzara böyleydi. Bir sonraki yazıda Ruha’dan seslenmek ümidi ile…