Anıların kaleme alınması; hatıraların kitaplaştırılması, maziye ve atiye (istikbale) ışık tutmak, gençlere yol göstermek ve tarihe bir anlamda da not düşmek açısından ehemmiyet taşır. Her ne kadar Doğulu milletlerde ve dolayısıyla da Türk toplumunda anı kitapları neşretmek pek alışılagelmiş olmasa da zaman zaman tanınmış ve topluma mal olmuş kişilerin hayatlarından bazı önemli kesitleri kitaplaştırmanın bir gereklilik olduğuna inanıyorum.
Bu nedenle, “hadd’imizi” çoktandır aştığımız bu yaşımızda, “Hafıza-i beşer, nisyan ile malüldür!” hakikatı çerçevesinde; genç kuşaklara ve meslektaşlarıma bir ışık ve yön levhası olabilmek arzusuyla şecerem, çocukluğum, eğitimim, tahsil serüvenim ve talebelik dâhil elli yıla yaklaşan tababet hayatımın hatırlayabildiğim bazı kesitlerini bir kitap hâline getirme fikri, bende hep sönmeyen bir ateş gibi harlanıp duruyordu. Gâile-i hayat öncelikleri(!), bu “ani kitap” fikrini tehire zorluyor ve bu erteleme de bende, gün geçtikçe muvaffakiyetsizlik vehmine sebebiyet veriyordu.
Allah’tan, dünya durdukça, insanlığın kendisine ebediyen minnettar kalacağı, meftûnu, mensubu ve meczubu olduğum Nöroşirürji Tarikatımın(!) Kutbu ve Mesleğimin Güneşi, Rehberim, Mürşidim, Ustam ve Hocam Muhterem Mahmut Gazi Yaşargil’in, her fırsatta, ilmi ve sosyal toplantılarda, özellikle evime misafir olduğunda ve en son olarak da 2017 Dünya Beyin Cerrahisi Kongresi’nde bu konuyu bana tekrar tekrar hatırlatması, teşvik etmesi, hangi aşamada olduğunu sorması ve hatta biraz da sert bir şekilde, “Şimdi değilse ne zaman?” diyerek ikaz etmesi sonucu, çeşitli sebeplerle inkıtaya uğrayan bu sürece, Girdap Kitap Genel Yayın Yönetmeni Değerli Kardeşim Muttalip Asılı Beyefendi ve Sevgili Editörüm Nurgül Dere Hanımefendi’nin de teşvik ve gayretleri ile hız verdik.
Böylece, kısa anektodlar hâlindeki anılarıma, öğrencilerimin, asistanlarımın, meslektaşlarımın, hastalarımın, dost ve arkadaşlarımın benim hakkımda kaleme aldıkları görüş ve düşüncelerini ihtiva eden makaleleri ve zaman zaman sosyal medyada paylaştığım bazı aforizmalarımı da ilave ederek “BİR BEYİN CERRAHININ ANILARI” isimli kitabımızı siz okuyucularıma takdim etmek benim için çok büyük ayrıcalık olmuştur.
Meczubiyet derecesindeki mensubiyetim ile namütenahi bir gurur ve haz duyduğum, her ameliyatını kazanmak mecburiyetinde olduğum bir meydan muharebesi olan bu pek imtiyazlı ve göz kamaştırıcı meslek olan nöroşirürji, bende hücrelerime, genlerime, kromozomlarıma ve konnektomuma derinlemesine nüfuz ve sirayet eden, tedavisi olmayan bir hastalık hâline gelmiştir.
Her ne kadar zaman zaman makalelerimde, kitaplarımda, derslerimde, konferanslarımda ve TV programlarında ironik anlatımla “Nöroşirurji Nikahlı Eşim, Edebiyat, Musıki ve Güzel San’atlar Metresimdir!” diyor ve yazıyorsam da beyin cerrahisi ile çok riskli bir “yasak aşk” yaşar gibi tarifsiz arzu, haz, heyecan ve mutluluk duymakta, tıbbi tabirle “libido”mu muhafaza etmekte hatta artırmakta, yaşam sevincimi sürdürmekte ve provoke etmekteyim! Müptelası oldum, bağımlı hâle geldim, uyuşturucu alışkanlığı gibi bir şey bu Âşk… Zaten Şeyh Gâlip, Nâbî, Fuzûlî, Dr. William Osler, Dr. Wilder Penfield, Dr. Henry Marsh ve Dr. Frank Vertosick de öyle söylemiyor mu!
Nitekim, çilesi hiç bitmeyen bir Tarikat(!) olarak telakki ettiğim beyin, omurilik ve sinir cerrahisi, evrensel adı ile nöroşirürji; yaratılan evrende ahenk, armoni, estetik, balans ve sanatın en muhteşem örneğini temsil eden, sonsuz kapasite, cevher ve kabiliyete sahip olan, şahsiyetimizi, haysiyetimizi, onurumuzu ve “BEN”liğimizi oluşturan ve geliştiren konnektomumuzu barındıran bir mücevher kutusunu andıran kafatası içerisinde muhafaza edilmiş beyin denen meçhule ve onun uzantılarına dokunabilme, o esrarengiz yapıya müdahale edebilme ve üzerinde değişiklikler yapabilme kabiliyetine ve yetkisine haiz olan tıbbın sıra dışı bir branşıdır.
Bu mesleğin mensupları olan biz beyin cerrahları ise galaksileri ve yıldızları izlemelerine rağmen onlara asla dokunamayan gökbilimcilere, muazzam atom parçalayıcılarının buhar izlerinde Allah’ı hissedebilen ancak parçacıkları göremeyen, protonlara temas edemeyen, kuarklara el süremeyen atom fizikçilerine ve çifte sarmal DNA’nın, gen ve kromozomların hikâyelerini anlatan ve sadece bunların fotoğraflara düşen gölgelerini izlemekle yetinme mecburiyetinde olan moleküler biyologlara kıyasla çok imtiyazlı ve haklı bir gururun temsilcileridir. Zira onlar, kozmik Evren’i bile şekillendiren o müstesna “BEYİN”e dokunabilmekte ve hatta üzerinde işlem yapabilmektedirler.
İşte, bu sıra dışı ve ilahi vazifeyi, o Yüce Yaradan’ın izni ile deruhte etmemiz, gerekli tecrübeyi elde edebilmemiz ve başarılı olabilmemiz için, beden ve özellikle “beyin”lerini ellerimize ve parmaklarımıza emanet eden, kendilerine minnettar olduğumuz velinimetimiz hastalarımıza vefa borcumuz vardır. Adı ne olursa olsun, her cerrah bunun bilincinde olmalıdır! “Ah Bu Hastalar!” isimli paramedikal alanda yazdığım on ikinci kitabım, bu borcu ifa için neşredilmişti.
Bu arada, bana güven ve inançları sebebi ile endikasyonlu-endikasyonsuz kafalarını açmam(!) için can atan ve yalvaran hastalarımı da zikretmek ve şükranla yâd etmek isterim.
Ben de mesleğim, benliğim, kimliğim, nefesim ve ömrüm olan nöroşirürji ile o kadar içli dışlı ve birbirinden ayrılamaz bir hayat sürdüm ki şimdi “ben” nöroşirürji miyim yoksa nöroşirürji mi “ben”, farkında bile değilim. Siz karilerimin de elinizdeki, bölük pörçük anılarımdan gelişigüzel toparlanmış ve hakkımdaki bazı makalelerce desteklenmiş olan “BİR BEYİN CERRAHININ ANILARI” isimli on üçüncü kitabımızı okurken bu duyguyu hissedeceğiniz kanısındayım.
Şimdi sizlere, insan ruhundan kaynaklanan asaletin ışığında, başarısızlığın başarıdan daha güçlü bir eğitici ve kötü trajedilerin en büyük esin kaynağı olabileceğini hatırlatıp, İstanköylü Hipokrat’a (M.Ö. 460) atfedilen “İlk işin, zarar vermemektir!” ve Fransız Cerrah Dr. Rene Leriche’nin “La Philosophie de la Chirurgie, 1951) deki, “Her cerrahın içinde ara sıra dua etmeye gittiği küçük bir mezarlık vardır. Başarısızlıklarının sebebini arayacağı bir acı ve pişmanlık yeri!” özdeyişlerini zikrederek, Girdap Kitap’dan yayımlanan “BİR BEYİN CERRAHININ ANILARI” adlı kitabımızın raflarda yerini aldığını ifade etmek istiyorum.
Bir rubâî ile bitirelim.
KİM BU HİCRAN?
Nabzında binbir isyan, zikrin, cezben aheste,
Gergef gergef işlenmiş, ûdundan hüzzam beste,
Nakkaş maharetiyle, mısralarda müzeyyen,
Kim bu Hicran, müstetir, dilinde her nefeste?