Başlıktaki ifade dinin de bir tüketim mantığıyla pazarlandığına göndermede bulunan bir kitapta geçen motto. Bu mottoyu okuyunca aklıma Ateizmin kutsal kitabındaki bir başka söz geldi. Bu söz, dinlerin sıklıkla bahsettiği Tanrı’nın bir sponsor mu yoksa reklamı yapılan bir ürün mü olduğunu anlayamadığını söylemekteydi.
Yukarıda dinlerin teolojileri tarafından negatiflenecek sözleri zikretmemin sebebi; dinin içinde yaşadığımız postmodern tüketim toplumunda nasıl algılandığı ve işlevinde bir değişim olup olmadığıdır. Bu konu özellikle insanlığın ürettiklerine güvenerek kendinde farklı bir güç vehmettiği günümüzde daha özel bir önem kazanmaktadır.
Öncelikle Batı’da yakın dönemde ortaya çıkan modernite, Tanrı’ya referansta bulunmadan dünyayı insanın inşa edebileceğine dair bir güveni ile içeriklenmektedir. Bu mentalitenin Tanrı-insan ilişkisinde değişimlere sebep olduğu ya da farklı boyutları gündeme getirdiği söylenebilir. Zira bir müddet sonra insan üretimlerinin, Tanrı’ya bir meydan okumaya dönüştüğü ya da en azından Tanrı’ya ihtiyacı azalttığı şeklindeki yaklaşımlar açık ve örtük biçimlerde gözlemlenebilmektedir. Nitekim bugün transhümanizm ve posthümanizm gibi kavramlar üzerinden insanın ürettikleri ile daha da mükemmelleşeceği hatta ölümsüzleşeceği şeklinde geleceğe yönelik büyük beklenti ve ümitler de bu anlayışın bir yansımasından ibarettirler.
Modernitenin en önemli mottolarından olan ilerleme düşüncesi, özellikle ilk başlarda öyle bir teolojik nitelik kazanmıştı ki, neredeyse birçok düşünce insanları için bir iman konusu haline gelmişti. İlerleme tezi, insanlığın en baştan bugüne gelinceye kadar düz bir çizgi üzerinde sürekli “iyi” ye ve “ileri” ye doğru yol aldığını iddia etmekteydi. Bu tezin içeriği yoklandığı zaman, insanlığın modern zamanlara gelinceye kadar din ve metafizik unsurların etkisi ve belirleyiciliği altında yaşadığını; ancak bundan sonra kendi kaderini kendisinin belirleyeceğini ve bunu tamamen rasyonel yollarla yapacağını savunmaktaydı. Bu görüşün en tipik savunucuların birisi üç hal yasası ile Auguste Comte idi.
Öte yandan bu düşüncelerin Allah’ın söylem ve eylemlerinin bir taklidine dayandığı hemen belli olmaktaydı. Hegel’in idealizminin merkezine oturttuğu “Geist” in tarihsel süreç içerisinden süzülüp gelen “İsa” olduğu bilinmektedir. Batı dünyasının modern düşünce içerisinde kurduğu üçlemeler de (trinite) hiç yabana atılır türden değildir. Aydınlanma felsefesi rasyonel bireyi öne çıkarmıştı. Ancak bugün gelinen noktada postmodern düşünce “irrasyonel ben”i besliyor ve ondan beslenmeye devam ediyor.
Peki bugün gerçekten insanlığın dine olan ihtiyacı bitti mi? Din aslında insan için neyi sağlıyor? İnsanın teknolojik gelişmelerine bakarak, bugün bütün koşulların değiştiği, insanın kendi içinde evrildiği ve güçlendiği, birçok şey yapabildiği dile getirilmektedir. Bu iddiaların son kertede geçerliliklerinin test edilmesi zorunludur. Tabii ki teknolojik gelişmeler vardır, insanlar için birçok kolaylıklar getirmektedir. İnsanın tabiat ve dünya ile ilişkilerinde değişimler oluyor. Bunların hepsi doğru.
Ancak tüm bu değişimlerin insanın dünyadaki konumu, mahiyetine dair kökten bir değişimi sağladığı söylenebilir mi? Birçok yazında insan doğası reddedilmekle kalmamakta; aynı zamanda insana bu dünyada ölümsüzlüğe dair ümit pompalaması yapılmaktadır. Nitekim, transhümanizm, posthümanizm kavramları insanın kendi ürünlerine (tıbbi, fiziksel vb.) güvenerek bir mükemmelleşme ve ebedileşme arzu ve iddiasını dile getirdiği görülmektedir.
Gerek kutsal kitaplara gerekse tarihi anlatımlara bakıldığı zaman, öncelikle formlar değişmekle birlikte insanın değişmediğini belirtmek gerekir. Hırslarıyla, tahakküm talepleriyle, dünyaya eğilimi, ebediyet arzusu, mal biriktirme, güçlü olma, her şeyin en iyisine sahip olma ve hatta çok şeye sahip olma vb. ögeler düşünüldüğünde insanın değiştiğini nasıl söyleyebiliriz? Kısaca insanda tanrılaşma arzusu vardır. İnsanlık tarihine sadeleştirerek bakacak olursak, insanın tanrılaşma arzusu çerçevesinde Tanrı ile insanın konumunu değiştirmeye yönelik teşebbüste bulunduğunu, bu bağlamda varlık ve eşyanın konumlarını değiştirmeye çalıştığını görebiliriz. Bu minvalde gerçekliği değiştirmeye kalkışmakta, anlamı buharlaştıran semboller dünyası yaratmaktadır ki, pagan kültür bu semboller çerçevesinde varlık bulmaktadır.
“İslam” denilen ve Hz. Adem’den (AS) bu yana tüm toplumları uyarmak üzere gelen dinin, bütün nübüvvet ve kutsal kitaptaki söylemlerinin ana mihveri ve uyarısı bunu anlatır. Elbette insanın kendi üretimleri üzerinden ilişki kurma biçimleri ve formların değişmesi söz konusudur. Yukarıda belirttiğimiz dinin ana problemi ve tezinin dünyada ve insan toplumlarında karşılığı bitmiş midir? İnsanlığın kadim sorunları bunlardan kaynaklanmıyor mu?
Dinin mahiyeti onun arkasındaki hakikati, insanlık için dünyada değişmez hakikati insanların kavraması esasına dayanır. Yoksa televizyon ekranlarından geçen görüntü olarak meseleye bakanların elinde tüketim nesnesinden başka bir şey kalmayacaktır. Onlar da Hz. İsa’yı bir ürün gibi görmeye devam edeceklerdir.
Bundan binlerce yıl önce sihirbazların büyülü oyunlarına bakarak, peygamberlerin hakikatini anlamayanlar da “Esatiru’l-Evvelin” diyorlardı; ancak onlar geçmişin masalları oldular.