Yıl, iki bin on, baharın ilk günlerinde, bir hafta sonunda, İstanbul Çapa’dayız. Bilinen adıyla, İstanbul Tıp Fakültesinde. İki günlük, ‘Ürojinekolojide Meş Uygulaması’ toplantısındayız. İlk gün, erken gelmeme rağmen, rica minnet hastane içinde arabama zorlukla yer bulabildim. Cerrahi monoblok binasının önünde metal yığını bir otoparkı öğretim üyeleri için ayırmışlar, girişi zincirle kapalı. Daha sonra nereye park edebilirim diye, gözüm hep o otoparkta. Yarıya yakını boş durumda. Ertesi sabah, erkenden kapısına dayandım. Görevli insafa geldi de kendime daha güvenli bir yer bulabildim.
Kahve molasında arkadaşlar, otoparkın öyküsünü anlatıyorlar. Eskiden, meşhur Frank Hocanın ve daha nicelerinin ders anlattığı, dersane amfilerinin bulunduğu binayı yıkarak, iki katlı demir yığını otopark haline getirmişler. Anlatılanları duyduktan sonra, tüm gün yüreğim sızladı. Tarihimize ne kadar da az sahip çıkıyoruz. Elin adamı 1800’lü yıllardaki binalarını bile orijinal haliyle koruyor.
Biz, yıkıp yerine otopark yapıyoruz.
Viyana Tıp Fakültesinde, Wertheim ve Schauta nın da görev yaptığı, iki yüz yıllık tarihi binayı bile müze haline getirmişler. Siz olsanız ne yapardınız? Yer kısıtlı, ek binalar gerekli, otopark için kamulaştırma gerek, valilik ve belediye yardım etmez, üniversitelerin olanakları da kısıtlı. Sonuçta olan tarihimize oluyor.
Toplantı bitiminde, karşıda Millet Caddesi’nde, kitapçıları dolaşıyorum. Son çıkardıklarımız, sessiz ihtişamlarıyla, alıcılarını bekliyorlar. Neredeyse on beş yıl önce, çevirisini yaptığımız mazi olmuş kitap bile, bir iki tane de olsa raflarda duruyor. Ben satıcı olsam, sattığım kitabın yanında, promosyon olarak verip bitirirdim. Aslında, kitapçılar da, tıpta bilgilerin üç beş yıl içinde yenilendiğini biliyorlar. Sanırım eski kitapları, mostralık ve raflar dolu görünsün diye orada tutuyorlar.
Adımı öğrenen kitapçılarda, ısmarlama çay eşliğinde, yayıncılığın geleceğini konuşuyoruz. Doktorların giderek daha az kitap aldığından yakınıyorlar.
Zamanlar kısıtlı, öyle binlerce sayfalık kitabı, okumak da, taşımak da zor. Üstüne üstlük, yabancı kitaplar çok pahalı. Türkçe eserler daha hesaplı. Neredeyse, açık büfe kahvaltı, birkaç paket sigara, ya da sinema parasına. Günümüzde daha çok, TUS kitapları ve CD’lere eğilim olsa da, CD’lerin altı çizilmiyor, kenarlarına not düşülmüyor, üstüne şiirler yazılmıyor.
Olsun, biz yine de meslektaşlarımız ve hastalarımız için, çabalamaya ve üretmeye devam edeceğiz. Giderek, daha çok renkli, bol resimli, bol şekilli, kolay okunabilir görsel kitaplar üretiyoruz. Bu nedenle, yeni yayınladığımız “Jinekolojik Onkoloji”nin dördüncü baskısını da, bu felsefeden yola çıkarak hazırlayıp, meslektaşlarımızın beğenilerine sunduk. Umarım, okuyanların arzularına cevap olmuşuzdur. Birkaç hamburger parasına, alın okuyun.
Eğer zamanlar kısıtlı, yapılacaklar da bir o kadar fazla ise hemen oku, çabuk göz at, altını çiz, elinin altında bulundur, fırsatın olduğunda yeniden bakarsın. Sizler istediniz, okudunuz, yararlandınız, sizler destek verdiniz. Binlerce teşekkürler.
Şükürler olsun, sizlerin ve dostlarımızın katkılarıyla, on beşinci kitabımız da yayınlandı.
Dönüşte Ankara yolunda Bolu’dan geçiyoruz. Dudaklarımda herkesçe bilinen:
“Benden selam olsun Bolu Beyi’ne
Çıkıp şu dağlara yaslanmalıdır”la başlayan Köroğlu türküsü.
Yeri geldi yazdım. Başka bir niyetim yok. Ne olabilir ki. Sevgiler.