Bir aileyi, bir toplumu, bir devleti ya da dünyayı yönetmenin temel yaklaşım parametrelerinin bileşenlerini oluşturan evrensel kavram” SİYASET’tir.
Siyaset, yaradılış sisteminin(evrenin) evrensel yasalarını takip etmek, denetlemek ve insanların ürettiklerini koordine ederek adaletle yönetme sanatıdır. Bu sanat, evrensel ilkeleri içeren bilim felsefesi, sanat felsefesi ve din felsefesi ile donatılmış, öncülük yapmaya kendini adamış insanların yaşam tarzıdır.
Siyaset, ahlâk ilkeleri açısından ve bireysel temelde ahlâk genleri ile yüklenmiş, düşünce devrimi geçirmiş, emanet, ehliyet, adalet, meşveret ve merhamet kavramlarını yansıtabilecek donanım ve bilinç yapılanmasına sahip insanların işlevidir.
Siyaset, yaşanan zaman diliminde sınır ve sınıf tanımayan, evrensel insan haklarının korunduğu, evrensel hukukun ilkelerinin uygulandığı, her bireyin ekonomik yönden zorunlu ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik ‘İhtiyaçtan fazlasını paylaşma’ ekonomik yöntemini benimsediği bir paradigma sorumluluğunu yüklenen MİLLİ VE YERLİ/Vatansever siyasetçilerin işidir.
Bu fonksiyonu yerine getirmeye çabalayanlar, zekâlarını kullanarak olaylar ve değerler konularında günlük yorum ve davranış sergileyerek ”POLİTİKA” bağlamında amaçlarını gerçekleştirmek adına her aracı meşru sayarak hedeflerine ulaşmayı ”yönetmek” zannederler.
Neden? niçin? ve nasıl? sorularını soran akılla, olgu ve olaylara bireysel planda aklı işleterek cevap vermek ve tutum ve davranış belirlemek, evrensel düşünüp yerli hizmet üretmek, siyaset felsefesinin çözüm dinamiğidir.
Günümüzde insanları yönetmeye talip olanlar, zekâsını kullanarak politika yapanlarla; aklını kullanarak siyaset yapanlar arasında iktidar mücadelesinin arenasında çarpışmayı tercih etmişler gibi görünüyor.
Demokrasinin savunucusu ve dünyaya yayılmasını dünya görüşü edinmiş ABD’nin gelişmekte olan ülkelere dayattığı ve 1945’den sonra uygulattığı ‘güdümlü demokrasi ‘yaptırımını, günümüzde başkan Baydın’ın yeniden hayata geçirmenin hazırlıklarını yaptığı anlaşılmaktadır.
Demokratik yönetimlerinin olduğuna karar verdiği ülkeleri davet ederek düzenlediği toplantıda, Türkiye’yi davet etmeyişinin nedenini anlamak zor değildir.
Marschall yardımı, Truman doktrini ve Wilson prensiplerini paradigma olarak birleştirenler, 1945’den itibaren güdümlü demokrasiyi zamanın yöneticilerine benimsetmiş olmanın rahatlığıyla, müdahaleler, darbeler ve ambargolar ikliminde yönetmeyi günlük politika zannedenlerle, 2016 yılının 15 temmuzuna kadar beraber yürüyebilmişlerdir.
15 Temmuzda ”darbeye karşı devrim” bilinciyle hareket eden halkımız ‘ Tam Bağımsız TÜRKİYE’ sürecini başlatınca, güdümlü demokrasinin sevdalıları ve yerli işbirlikçileri ”zekâ”larını harekete geçirme yöntemiyle her türlü yolu meşru sayarak ”akıl”la siyaset yapanları yok sayma mücadelesine girişmişlerdir.
Zeka ile politika yapanların başarısı güncel, geçici, kısa süreli ve yıkıcıdır.
Akılla siyaset yapanların başarısı bilimsel, somut, uzun süreli ve kalıcıdır.
Türkiye’yi sömürenlerin sömürü sürdükçe demokratik ülke kabul etmeleri, bağımsızlık başlayınca dışlayanlara, akılla ve bilimle ülkeyi yönetmeye talip olanların verecekleri cevap artık netleşmelidir.
Yönetimde ya doğrudan demokrasi yöntemi, ya da milletimizin kadim yönetim yöntemi: İSTİŞARE!
İkinciye karar verilirse tüm Türk Cumhuriyetleri ve Müslüman, Arap ve Fars Cumhuriyetlerini davet ederek (İstanbul) doğal dünyanın yönetim modeli ‘İstişare” Konferansının birincisini düzenlemeyi öneririz.
Yolumuz aydınlık olsun.
1 yorum
Eleştirel ve stratejik düşünme kültürü ve yeteneği bulunmayan toplumlarda istişare yapmak da mümkün olmaz diye düşünüyorum. Tartışılan konu ve olguların bütün boyutları katılımcılarca algılandığında istişareden sonuç alınabilir. Teşekkürler