Bir itirafla başlayayım, sanatla ilgim sadece amatör merak düzeyinde. Arada yağlı boya çalışırım; arkadaşlarım ve ailem beğenir yaptıklarımı. Birkaç kitap kapağı sayılmazsa profesyonel işim yok. Sanat tarihçisi hiç değilim. Ama görsel sanatlarla uğraşanların görmeleri ile ilgili sapmaların, onların eserlerinde ve stillerinde nasıl bir evrilmeye yol açtığı hep ilgimi çekmiştir. Daha ilk gençlik yıllarımda, sıradışı biçimde gören ya da belki daha doğru ifade ile gördüklerini sıradışı algılayan insanların bize anlatacağı ne çok şey vardır diye düşünürdüm. Çocukluğumda ise zaman zaman, ya her birimiz çevremizdeki dünyayı farklı görüyorsak da bunun kimse farkında değilse diye korktuğum olmuştur. Göz hekimi olarak geçirdiğim 30 yılda gelişen görme fizyolojisine ve görsel sapmalara aşinalık, bu ilgiyi daha da artırdı. Artık hastalıkların ya da sapmaların görmeyi nasıl değiştireceğini kestirebiliyordum; ama ancak 2000’li yıllarda, özellikle ressamların göz hastalıklarıyla onların stilleri hakkında ne çok inceleme yapıldığını fark ettim. O zamandan sonra da bu değerlendirmeleri kaçırmadan izlemeye çalıştım.
Bu girizgahı bu kadar uzun yapmamın nedeni, bu konu ile ilgili bir değil birkaç (belki 7-8) bölüm yazmayı istemem. Bakalım, sizlerin geri bildirimine göre karar veririz. Ama bu yazıda yalnızca Empresyonizmin babası ünlü Fransız ressam Monet‘den bahsedeceğim. Dünyayı göründüğü şekilde değil de kendilerinde yarattığı izlenimler ile ifade eden ressamların ait olduğu ekole izlenimcilik (Empresyonizm) adı veriliyor. Görülebilir kaba fırça darbeleri, basit konu ve açık bir kompozisyon, alışılmadık açılar ve değişen ışık koşullarına vurgu ile hareketi yansıtan bir tarz izlenimci resmin başlıca karakteristikleri. Sonradan başka sanat dallarına da sıçrıyor bu akım ama konumuz resim, orada kalalım. Bu akım adını Monet’nin 1872 yılında yaptığı “Impression: Sunrise” adlı eserinden alıyor. O güne kadar revaçta olan perspektif kurallarına ve renklerin-formların orijinaline benzemesi ilkesine sıkı sıkıya sadık resim sanatı için bu bir devrim. Monet’yi de bu çalışmasından itibaren tanımaya başlıyoruz, bundan önceki çalışmaları daha az biliniyor. 1840 yılında doğan sanatçı daha çok dış mekan çalışmalarıyla, özellikle de aynı doğa parçasının farklı ışık koşullarında, farklı mevsimlerde çok sayıda resimlemesi ile biliniyor. Birkaç favori teması var ve bu temaları defalarca resimlemiş. Gverny’deki evinin bahçesindeki nilüfer havuzu, Japon bahçesi ve köprü, Rouen katedrali ve söğütler bu temalardan en çok bilinenleri. Yaşamının son 30 yılında 250 civarında nilüfer havuzu yapmış örneğin. Bir bölümü rekor fiyatlarla satılmış ve dünyanın her yerindeki müzelere ve büyük koleksiyonlara dağılmış bu tablolar.
Monet ışık koşullarını, bakış açısını kontrol etmiş çalışmalarında; ama kontrol edemediği ve hatta başlangıçta farkına bile varmadığı bir değişken daha var ki, onu bu yazının konusu haline getiriyor: Kendi görmesi. Monet’nin 1890’larda arkadaşlarına yazdığı mektuplardan, o yıllarda yaptığı resimleri beğenmediğini, çoğunu yırtıp attığını, resim yapmanın onun için bir işkence haline geldiğini biliyoruz. Ne var ki bu hoşnutsuzluğun nedenini başlayan kataraktında aramak için yeterli kanıt yok elimizde. Şu satırlar kendi günlüğünden:
“Kendimi çok kötü hissediyorum ve resim yapmaktan iğreniyorum. Bu tam bir işkence! Benden kimse artık yeni resim beklemesin. Tamamladığım tek tük resmi de beğenmediğim için yırtıyorum, parçalıyorum…”
Görmesi o yıllarda azalmaya başlamış mı bilmiyoruz ama çalışmalarında renk algısının değişmeye başladığı hissediliyor. 1900 sonrası çalışmalarında ise kafasındaki renkleri yakalamak adına canlı renkleri çok sık kullandığını açıkça görüyoruz. 1908’de artık renkleri hiç seçemediğini söylüyor etrafındakilere ve çare aramaya başlıyor. Monet, hem çok tanınmış bir ressam hem de ikna edilmesi zor ve huysuz bir adam. Pek çok göz doktoruna başvuruyor aslında ama hiçbiri o günün koşullarında katarakt cerrahisinin mükemmellikten çok uzak görsel sonuçlarını Monet için kabul edilebilir bulmuyorlar. Pek çok gözlük öneriliyor, damlalar veriliyor ve ilk kez 1912’de Paris’te Dr. Jean Rabiere cerrahiden bahsediyor. Monet kabul etmiyor tabii.
1912-1922 yılları arasında tam anlamıyla doktor doktor dolaşıyor. Muayene kayıtlarından Monet’yi değerlendirdiğini bildiğimiz pek çok ünlü cerrah var bunlar arasında. Bunlardan en ilgi çekici isim bence Fizyolojik Optik Kürsüsü’nde profesör olan Dr. Polack; aynı zamanda Paris Güzel Sanatlar Akademisinde resim çalışmalarını sürdüren bir ressam. Üstelik doktora tezi “Ressamların refraktif durumunun eğitimlerine ve çalışmalarına etkisi”. Belki Monet’yi değerlendirirken sanatçı kimliği öne çıkıyor; katarakt tanısını doğruluyor ama cerrahi için beklenmesini öneriyor. Bir başkası Dr. Valude, yine Paris’in ünlü göz hekimlerinden; pek yakınlarda Dünya Kongresi’nde sunduğu katarakt cerrahisi konulu bildirisi ile dikkatleri üzerinde toplamış. Monet’ye cerrahi öneriyor önce ama görmesini tamamen kaybetmekten ölümüne korkan ressama sonuçta damla reçete ediyor. Marie Curie’nin katarakt ameliyatını yapmış olan Fransız oftalmolojisinin babası Dr. Morax ve Fransa kraliçesi Eugeni’nin göz ameliyatını yapan Dr. Liebreich de görüyor Monet’yi ama hikaye aynı; cerrahi öneriliyor ama Monet korkuyor ve reddediyor. Monet için görememek resim yapamamak demek; hayatındaki tek renk bu ve kaybetmeyi göze alamıyor. Bu arada Birinci Dünya Savaşı patlak veriyor. Tüm doktorlar cephe gerisinde şarapnel yaralanmaları ile uğraşıyorlar ve Monet kendisi ile ilgilenecek cerrah bulamıyor. Özellikle sağ gözünün görmesinin iyice azaldığı bu yıllara ait pek az çalışması olduğunu biliyoruz. Savaşın bitmesi onuruna 1918’de Fransız Hükümeti bağış amaçlı 12 nilüfer ısmarlıyor ressama. O günlerde günlüğüne düştüğü notta şöyle yazıyor Monet:
“Renkleri asla eskisi gibi görmüyorum. Kırmızılar çamur gibi, pembeler soluk, diğer renkler hepten saklanıyorlar benden… Ama şekiller eski formlarını koruyorlar Gölgede her şey daha iyi görünüyor ama bu defa renkler çok koyu. Bazen hatırladığım renkleri kullanarak boyuyorum.”
1918’de hem James Joyce’un hem de kendisi gibi bir empresyonist ressam olan Amerikalı Mary Cassat’ın katarakt ameliyatlarını yapmış olan Amerikalı Oftalmolog Dr. Borsch değerlendiriyor Monet’yi. Cerrahi kararı veriliyor, planı yapılıyor ama o da ne! Her iki sanatçının da ameliyattan sonra görmelerini tamamen kaybettiğini öğreniyor ve yine ameliyattan vazgeçiyor.
Monet için kabus sürmektedir. Artık hiç çalışamıyor, gören tek gözü bile renkleri ayıramıyor. Doktor arayışı sürüyor, eskiden çalınan kapılar yeniden aşındırılıyor ama nafile. Nihayet 1922’de şeref madalyalı ünlü bir göz cerrahı olan Charles Coutela‘a muayene oluyor ve güvenini kazanan bu cerraha teslim ediyor kendini. Monet’nin sağ gözüyle ancak ışığın varlığını sezebildiği (p+), sol göz görmesinin ise %10 olduğu kaydediliyor Dr. Coutela’nın notlarına o günlerde. Ameliyatta kusması oluyor Monet’nin ama mucize eseri enfeksiyon gelişmiyor. Ama ameliyat sonrası dönemini çok zor geçiriyor. 1 ay klinikte her iki gözü kapalı yatıyor ve 6 ay sonra tekrar ameliyat olması gerekiyor. 6. ayda doktoruna yazdığı mektuptan anlıyoruz ki Monet kızgın ve pişman. Şöyle yazıyor günlüğüne:
“Fena halde canım sıkkın, hiçbir şeyi eskisi gibi göremiyorum. Uçuşan siyah noktalar beni rahatsız ediyor. Dürüst olmama izin verin; beni bu hale getirdiğiniz için suçlu sayılmalı ve cezalandırılmalısınız!”
Oysa doktorunun notlarından anladığımız kadarıyla Monet’nin başına gelenler ne beklenmedik ne de kaçınılabilir şeyler. Arka kapsülde gelişen kesafet başarılı bir cerrahi ile giderilmiş ve 6 ay sonunda görmesi 7/10 a çıkmıştır. Gerçekten de, ikinci cerrahiden hemen sonra sağ göz görmesi gözlükleriyle çok daha iyi olarak çalışmalarına yeniden dönüyor. Ne Monet ne de bizim için hikaye burada bitmiyor ama. Çünkü bu kez, o yıllarda katarakt ameliyatlarının kaçınılmaz sonucu olan yüksek hipermetrop camların büyütme etkisi nedeniyle Monet iki gözünü bir arada kullanamıyor. Üstelik kataraktlı sol gözü ile ameliyatlı sağ gözünün renk algısı da çok farklı. Monet hep gözlerinden birini bir bantla kapatarak çalışmaya başlıyor; bu yüzden de ameliyattan sonraki resimleri hep tek gözle yapılmış olarak çıkıyor karşımıza. Kataraktlı sol göz ile yapılmış resimlerde detaylar silik, sarı bir filtre kullanılmış gibi. Ameliyatlı sağ göz ile yapılmış resimlerde ise detaylar daha belirgin, ancak tuvaldeki objelerin büyüklükleri ile ilgili camların büyütme etkisine ve optik sapmalara bağlı tutarsızlıklar var, üstelik mavi filtre etkisi gözleniyor. Bu konforsuz görüşe rağmen sol gözüne cerrahi istemiyor. Ama mutsuzluğunu yine onun sözcükleriyle şöyle okuyoruz:
“Böyle görmeye mahkum edilmek doğanın bir laneti olmalı… Keşke kör olsaydım ve bu gördüğüm iğrenç manzaraları değil de anılarımdaki güzel görüntüleri hatırlasaydım! Hayat artık benim için bir işkence.”
Öldüğü güne kadar çalışıyor Monet. Son yıllarındaki mutsuzluğunun tek nedeni görmesindeki problemler değil elbette, yıllarca sigara kullanımına bağlı kronik akciğer hastalığı ve akciğer kanseri onun yaşamına son noktayı koyan esas sağlık sorunları oluyor.
Çoğumuz Monet’yi empresyonist akımın en bilinen temsilcisi olarak tanıyoruz; ama onun izlenimlerinin yaşamı boyunca nasıl değiştiğini bilmiyoruz. Biri sağ diğeri sol gözle yapılmış bu iki resim, bir sanatçının algılarındaki değişikliğin ona nasıl acılar çektirmiş olabileceğinin en güzel örneklerinden biri bana kalırsa. Beethoven için sağırlık ne idiyse, Monet için de görme bozukluğu öyle olmalı…
Kaynaklar
1-Marmor MF. Ophthalmology and Art: Simulation of Monet’s Cataracts and Degas’ Retinal Disease. Arch Ophthalmol. 2006;124(12):1764–1769. doi:10.1001/archopht.124.12.1764
2-Ravin JG. Monet’s Cataracts. JAMA. 1985;254(3):394–399.
3- https://www.thevintagenews.com/2018/12/08/claude-monet-cataract/
doi:10.1001/jama.1985.03360030084028
4- https://www.cmonetgallery.com/cataracts.aspx
3 yorum
Keyifle okudum hocam elinize sağlık
Monet’nin eserlerini özellikle zeytin ağaçları beni Akdeniz’e götürdüğü için çok severim. Senin yazınla da yeni şeyler öğrendim Monet ile ilgili. Eline sağlık sevgili Nuray. Çok zevkle okudum
Teşekkürler Gözen