Son zamanlarda “Gen’lerden Haberler” başlığına uygun yazılardan biraz uzaklaşıp, daha çok “para genetik” konuları ele almam, umarım bu köşeyi takip eden okuyucularımı sıkmamıştır. Fakat üzerinde durmaya çalıştığım bu “paragenetik” yazıların tümü, bir taraftan ülke bilim dünyasının fotoğrafını gözler önüne koyarken, bir taraftan da 21. yüzyılın dördüncü Sanayi Devrimi olarak nitelenen “Nanoteknoloji Devrimi”ni şekillendiren genetik bilimine karınca kararınca katkılar yapmayı amaçlamaktadır. Onun için yeri geldikçe bu tür etkinlikleri gerçekleştirenlere teşekkür ve takdirlerimi sunmaya devam edeceğim.
Hatırlanacağı üzere ilk takdir yazımı, Sevgili Kardeşim Prof. Dr. M. Gönül Oğur tarafından 22-24 Ekim 2015 tarihleri arasında Samsun’da gerçekleştirilen “2. Uluslararası Katılımlı Çocuk Genetik Sempozyumu” üzerine kaleme almıştım. O toplantının da artıları ve eksilerinin neler olduğunu elbette tartışmış ve sözlü olarak da kendilerine iletmiştim. Ben de bu girişimi için “birinci vefa” ifadesini kullanmıştım. Şimdi de bir başka Sevgili Kardeşim Prof. Dr. Munis Dündar’ın sorumluluğunu üstlendiği “Uluslararası Katkılı ‘Gevher Nesibe Tıp Günleri 2016’ ve Tıbbi Genetik ve Klinik Uygulamaları Kongresi 11-13 Şubat 2016” etkinliğinin neler getirip götürdüğünü ele almak istiyorum.
Öncelikle Sayın Prof. Dr. Munis Dündar’ın, Türkiye’deki tıbbi genetik biliminin gelişmesi ya da gelişim sürecini ele alarak, bu konuda bilgisi olan herkese başvurmak suretiyle konuya ilişkin bilgilerin tamamını toplayıp, daha sonra da yazacağı kitapta bir bölüm hâlinde Türk tıbbi genetik biliminin tarihine not düşme gayretini takdirle karşıladığımı ve bu “ikinci vefa” hareketi nedeni ile kendisine ilgili herkes adına teşekkürlerimi sunduğumu burada da ifade etmek istiyorum. Ayrıca, bu bilim dalına emeği geçen hemen herkesi davet etmiş olması, bazıları mazeretleri nedeni ile katılamamış olsalar da adlarının yine de zikredilmesi vefa’nın sadece İstanbul’da bir semt olmayıp, takdire şayan bir insani duygu olduğunu göstermesi bakımından da teşekkürlerimi sunmak istiyorum.
Bana göre Kongre’nin tek tenkit edilebilecek yanı, yabancı konuşmacıların da yer alması idi. Zira her fırsatta belirttiğim gibi, bu toplantıda da Türk genetikçilerin onlardan hiç de aşağı kalır tarafları olmadığını, hatta onlardan çok daha iyi sunumlar yaptıklarını gururla bir kez daha görmüş oldum. Umarım, bundan sonra yapılacak toplantılarda bu konu da gözden uzak tutulmaz. Belki çok spesifik bir konuda, uzman olan yabancı bir konuşmacının davet edilmesi yararlı olabilir, fakat onun ötesinin bilimsel olarak bize bir faydası olmadığı gibi maddi olarak da bir külfeti beraberinde getirmektedir. Yani Türkiye, bundan 30-40 sene öncesinin Türkiyesi değil artık.
Yeri gelmişken, bir de Erciyes Üniversitesi hakkında birkaç söz söylemek istiyorum. Hangi binaya baksanız, ilgili binayı yaptıran Kayserilinin önce adının binanın üzerine yazılmış olduğunu görüyorsunuz. Diğer bir deyişle, Kayseri halkı üniversiteyi bağrına basmış. Umarım, bu panorama tüm Türkiye için bir örnek olur da şehirlerimiz kendi üniversitelerine sahip çıkarlar ve her şeyi devletten bekleme dönemi sona erer.
Hele bir de Sevgili Kardeşim Prof. Dr. Yusuf Özkul’un müdürlüğünü yaptığı Erciyes Üniversitesi Betül-Ziya EREN Genom ve Kök Hücre Merkezi (GenKök) var ki gurur duyulacak bir eser ve Batı’daki emsallerinden hiç eksiği olmadığı gibi pek çok yönden de fazlası var. Bu güzel eseri ülkemize kim ya da kimler kazandırdı ise her kademede emeği geçen herkese şükranlarımı ve teşekkürlerimi sunmak istiyorum. Türk insanının neler yapabileceğine güzel bir örnek olması bakımından da görenlerin takdirle karşılayacağını sandığım bir eser. Şahsen Kayseri’nin soğuk havasında bu eserleri görünce ben de ısındım, gönlüm de. Daha nice nice nanoteknolojik eserlere!
Yeni bir konuda yeniden buluşuncaya kadar esen kalın, sağlıklı kalın.