Dile kolay, Türk Jinekoloji Derneği olarak, şimdiye kadar ulusal bazlı dokuz kongre gerçekleştirmişiz. 2012 Mayısı’nda, 10. kongremizde yine meslektaşlarımızla birlikte olmak, bilgileri, deneyimleri paylaşmak çok güzeldi. Geçen yıldan beri ülkemizde, sağlıkta olanları bir düşünelim.
Bu bir yıllık sürede sağlıkta neler olmadı neler. Gelin anlatayım. Bu yıl da, doktorların kafasına idare tarafından, bir tek odunla vurulmadı, bir tek elektrikle işkence uygulanmadı, desem yeridir. Gün geçmedi, başta Sağlık, Çalışma ve Sosyal Güvenlik, İçişleri Bakanlıkları olmak üzere, valiler, idareciler, aklınıza kimler geliyorsa, evet, yetkili-yetkisiz, etkili-etkisiz, bu işleri bilen de bilmeyen de, sağlıkçılar ve de özellikle doktorlar aleyhine demeçler, konuşmalar, yaptırımlar yapmasın. Mikrofonun her arkasına geçen, sağlıkçılara verdi veriştirdi. Yok, tam gün şöyle iyiymiş, muayenehaneler kapanacakmış, yok sağlıkta değişim şöyle olacakmış vs vs. sağlıkta işleri bilen de konuştu bilmeyen de, hastanelerin semtine şöyle bir uğrayan da uğramayan da.
İmam-cemaat misali, bunu duyan asil milletimiz, sağlıkta kendi üzerine düşeni, yani ondan istenileni yerine getirdi. Göreve giden hemşireye hastane önünde tecavüz edildi. Doktorlar ise sözlü saldırıya uğradı, dövüldü, yaralandı, darp edildi, hatta öldürüldü bile.
Özel sektör hastanelerinde ve polikliniklerde, doktorlar birer mal gibi, kadro nedeniyle alınıp satıldı mı, satıldı. Hastalarına şifa eli uzatmaya devam edenler, yetmişlik hocalar, rektörler, salt kaçarlar, denilerek tutuklandı.
Yerden bitme, seksen-yüz bin nüfuslu en kenar şehirlerimize, birkaç kilometre ötesinde tam teşekküllüsü yıllardan beri çalışan hastaneler, fakülteler olduğu halde, “Biz istedik mi her bir şeyi yaparız.” mantığıyla, “tabela tıp fakülteleri” kuruldu mu, kuruldu. Ha babam, de babam, devlet kesesinden beşer onar, kadrolar dağıtıldı mı, dağıtıldı. Tıp fakültelerinde bir klinikte, yirmi profesöre iki üç doçent düşer oldu. Kliniklerin iş yükünü kaldıracak, gençlerle hocalar arasındaki bağları güçlendirecek, bilimsel araştırmalarda aktif olarak görev alacak olan uzman ve öğretim görevlisi ise bir türlü bulunamadı.
Muayenehanesi olan hocalar, hastanede hasta bakamaz, dendi. Onlar da şimdi, tam maaşla emekli gibi, sabah sekiz akşam beş, gidip geliyorlar. Sadece iki üç haftada bir derse girip, bilgisayara ve internete takılıyorlar. Onların bilgi, görgü ve deneyimlerinden yararlanmak için, eğitim için bekleyen asistanlar ise elleri böğürlerinde “la havle” çekiyorlar.
Tam gün çalışan hocalar ise haydi nöbete. Altmışını çoktan geçmiş, emekliliği gelmiş hocalar çaresiz nöbet tutar oldu, poliklinik yapar oldu.
Yüksek Sağlık Şûrasına gelen üç dosyadan birinde doktorlar kusurlu bulundu. Şûrada yeri geldi, doktor lehine olan adli tıp raporlarına bile, itibar edilmedi! En kusurlu bulunanlar yine kadın-doğumcular oldu. Onların sorunlarıyla ne Şûra ne de Bakanlık ilgilenmedi. Yıllar önce bana söylenildiği gibi, “Ne yapalım, kadın-doğumcu olmasalardı.” denildi.
Bu yıl, kol-bacak nakillerinde sınıfta kaldık. Yüz nakliyse tuttu gibi. Sağlıkçılar gösteri yaptı, cop yedi, biber gazı yedi. Biz bu ülkenin cefakâr doktorları olarak, hastalarımıza elden geldiğince şifa dağıtmaya çalıştık, onlardan teşekkür ve hayır duası almak yerine, dayak yedik. Neredeyse, bir tek vatan haini ilan edilmediğimiz kaldı. Üniversitelerde tıp fakülteleri boşaldı. Özellik gösteren ameliyatlar, kalp ameliyatları, böbrek, karaciğer nakilleri yapılamaz oldu. İşini uyduran meslektaşlarımız, kapağı büyük şehirlere attı.
Sağlıkçıların hem maaşı hem de emeklilikleri, subay, hâkim ve polislerin çok altında kaldı. Beterin beteri vardır demişler, buna da şükür. Kültürlüsü kültürsüzü, okumuşu okumamışı, cahil ve magandasıyla, kentlisiyle köylüsüyle, iktidarı muhalefeti, bakanlıkları, Sağlık Şûrası, adaletiyle, genel ve yerel yönetimleriyle, bu olumsuz sosyal değişimi sizler yarattınız. Sevinebilirsiniz.