Tarihin bir döneminde zina nefret suçu sayılmış, cezası da taşlayarak ölüm olarak kabul edilmiştir. Öyle ki recm tarihteki ilk dönem toplumlarının cezalandırma yöntemi olarak sayılırdı. Recm; adeta dönemin toplumsal kabullerinin ve algılarının yasası haline getirilmiştir. Tarihte nefret suçları olarak bilinen bu suçlar oldukça yaygındır. Bu suçlar cezalandırma yöntemi olarak toplumların sosyo-kültürel yapısına göre değişim göstermiş olduğu anlaşılmaktadır.
İlk dönemlerden itibaren suçluların cezalandırma yöntemlerine baktığımızda suda boğmak, diri gömmek, kazanda kaynatmak, yırtıcı hayvanlara parçalatmak, fırına atmak gibi bedene uygulanan cezalar, suç tiplerine göre cezalandırma yapılırdı. İlk dönemlerin cezalandırma ilkesi öldüren öldürülürdü. Cezalandırmada kısas ilkesi temeldir. Kısas ise denk bir cezadır. Terazinin denk tutulması kadar önem arz eden bir cezadır. Bu anayasal üst norm niteliğindeydi. Daha sonra toplumların örf ve adetleri yani sosyo-kültürel yapıları dikkate alınarak şerî yasal düzenlemeler yapılmıştır.
Örneğin; hırsızın elinin kesilmesi, zina eden kişiye yüz celde vurulması (örf ve adet / sosyo-kültürel) şerî yasal düzenlemelerden biridir. Bu şerî yasal düzenlemenin illeti / gerekçesi *ibret* yani *caydırıcılıktı. Oysa geçmişte cezalandırmanın amacı ibretti günümüzde ise illet yani gerekçesi *ıslah* olmuştur. Münazara, illet değişince hükmün değiştiğini savunanlar ile illeti değiştirmeden israr edenler arasında geçmektedir.
Bilindiği gibi Kur’an’da en büyük ceza adam öldürmeden sonra hırsızlık ve ondan sonra zina kabul edilmiştir. Görüleceği üzere kesilen el ile ortaya çıkan kayıp çalınan mal ile ortaya çıkan değerden daha büyüktür. Günümüzde bu durumun anayasal mahiyetli olan kısas ilkesine aykırı olduğu, ibretin ve caydırıcılığın işlenen suçun cezası olmadığı, ibret başkalarına örnek yapmak ve başkalarını o suçu işlemekten caydırmak olduğu iddia edilmektedir. Dolayısıyla hırsızın eli hırsızlık yaptığı için değil başkası hırsızlık yapmaması için kesildiği hâkim bir görüş bulunmaktadır. Oysa bugün çalınan mal cansız, kesilen el canlı, çalınan mal yerine getirilebilir fakat kesilen el yerine getirilemez gerekçesiyle kısas yani anayasal ilkeye ters olduğu ileri sürülmektedir.
Keza klasik dönemde zina eden bekâr için yüz değnek vurulması bugün vücut bütünlüğüne yapılan bir işkence kabul edilmiştir. Evlinin zinası için ise recm uygulaması rivayetleri bulunmaktadır. Bu anlayışa göre bugün vücut bütünlüğüne yapılan her müdahale bir tür işkence kabul edilmektedir. Genel hukuk kuralı olarak “illet değişince hükümler de değişir”, “zamanın değişmesiyle hükümlerde değişir” gibi hukuki ilkelerimiz de bulunmaktadır. Bu ilkelerimizin kapsamı ve uygulanabilirlik alanı da merak konusu olmuştur. Bu iddialara bireysel değil de ortak akılla cevap aranmalıdır.
İslam ceza hukukunda evli çiftlerin zina suçunu işlemesi durumunda, suçun ispatı, ikrar veya kesin delillerle ispatlandığı takdirde recm cezası uygulandığı rivayetleri bulunmaktadır. Bugün bilginler arasında taşlayarak öldürme konusu hala tartışılmaktadır. Bugün evli çiftlerin zina suçunu işledikleri takdirde taşlanarak öldürülmesini savunanlar olduğu gibi reddedenler de bulunmaktadır. Desene sosyal değişmeler karşısında tarihten günümüze nefret suçlarının kapsamının genişletilip daraltıldığı görülmektedir.
Recm konusu hakkında yapılan çalışmalara bakıldığında, recmin dinin bir emri olduğu görüşünde olanlar ile recmin bir dönemin nefret suçu kapsamında uygulanmış, dönemsel bir cezalandırma yöntemi olduğu görülür. Biz de konu hakkında bir beyin fırtınası yapmak bazı konulara parmak basmak istiyoruz. Bugün insan hakları evrensel beyannamesinde bedene verilen cezalar, bir işkence olarak kabul edilmiştir. İlk dönem toplumlarında taşlayarak öldürme âdeti, ilk çağlardan itibaren uygulanan bir ceza ve infaz yöntemidir. Recm, tarihin eski dönemlerinden itibaren özellikle Yahudilikte uygulanan bir durumdur.
Tarihin ilk dönem toplumlarında pek çok konuda taşlayarak ceza verildiği bilinmektedir. Tarihte din değiştirmeden tutun da ana babaya isyan, taciz, Allah’a küfür, devlet malını çalma gibi oldukça tali nefret suçlarının recm cezasına çarptırıldığı rivayetleri bulunmaktadır. Tevrat’ta evli kimselerin zina suçu, taşlanarak öldürülme hükmü bulunmaktadır. Taşlayarak ceza verme yani recm olayı, Hz. İsa dönemine kadar uzun bir dönem nefret suçu olarak uygulanmıştır. Bu tür cezalandırma yöntemi, bu dönemlerde insanlığın doğal karşıladığı bir ceza yöntemi olmuştur. Bu dönemlerde taşlayarak öldürme cezası, toplumsal kabul haline gelmiş, bu sosyal realite ve toplumsal algıyı vahiy ahkâmı da dikkate almıştır.
Hz. İsa döneminde recm cezası uygulaması hakkında bazı rivayetler de bulunmaktadır. Bilindiği gibi zina suçunu işleyene ceza olarak Hz. İsa’nın uygulamasını delil getirirler. Hz. İsa suçluya günahsız olanın taş atmasını istemesi ve kimsenin bu suçluya taş atamaması, Hristiyanlıkta recm hadisesinin olmadığına bir gösterge sayılmıştır. Tarihte Hz. İsa’nın gelişine kadar recm hadisesi uygulana gelmiştir. Kur’an pek çok konuda eski kavimlerin bu durumlarıyla ilgili beyanlarda bulunmuştur. Kur’an, taşlayarak öldürme konusuyla ilgili tarihteki olaylardan bizlere haberler vermiştir.
Kur’an’da Şuayb (as)’a, “kabilen olmasaydı seni mutlaka taşlayarak öldürürüz.” , “Bize uğursuz geldiniz. Bu işten vaz geçmezseniz sizi taşlarız.” Ey Nuh! Bu davandan vaz geçmezsen iyi bil ki taşlanmışlardan olacaksın. Kovulmuş ve taşlanmış şeytanın şerrinden Allah’a sığınırım gibi ilk dönemlerden itibaren taşlanma bir ceza yöntemi olarak kabul edilmiştir.
Kur’an’da bu ve benzer ayetlerin eski kavimlerle ilgili taşlayarak öldürmeden bahseden pek çok ayet bulunmaktadır. Tarihin ilk dönemlerindeki bu uygulamalar, Tevrat’taki recm uygulamalarına paralellik arz ediyor. Kur’an’da recm ile ilgili bir ayet bulunmamaktadır. Recm konusundaki uygulamalar, sünnete dayandırılmıştır. Kur’an’ın böylesine önemli bir konuda yaptığı yasal düzenleme celde ve ev hapsinden başka bir şey değildir. Bu da bize Kur’an’ın recm konusunu tasvip etmediğini göstermekte olduğu iddia edilmektedir.
Hadislerde recim konusuyla ilgili birbirinden farklı pek çok rivayet bulunmaktadır. Bu rivayetler, Yahudi olan kişiler hakkında mıdır? Yoksa Müslümanlar hakkında mıdır? Çünkü Yahudiler Peygamberimizi zaman zaman kendi kitaplarına göre hakem tayin ederlerdi. Hadislerde gelen bu recm, Peygamberimize gelen bu Yahudilere, kendi kitaplarına göre vermiş olduğu bir hüküm müdür? Yoksa Peygamberimizin Müslümanlara vermiş olduğu bir hüküm müdür? Celde ayeti geldikten sonra recm uygulamasının sona erdiğini iddia edenler de bulunmaktadır. Bu konu bilginler arasında hep tartışıla gelmiştir.
Haddi zatında recm, zina suçu hakkında vahyi düzenleme yapılmadan önce bir örf ve adet uygulaması mıdır? Yoksa recm, zina suçunu düzenleyen ayet geldikten sonra Peygamberimizin yapmış olduğu bir uygulama mıdır? Bu konu da bilginler arasında hep tartışıla gelmiştir. (ZİNANIN İSPATI İÇİN KATİ DELİL GEREKİR. ZANNİ DELİLLE ZİNA SÜBUT BULMAZ. ŞÜPHE DURUMLARINDA HAD DÜŞER. AHAD HADİS ZAN İFADE EDER)
Klasik eserlerde genellikle iki recm olayından bahsedilir. Bunlardan biri erkek, biri de bayandır. Maiz ve Gamidiye adındaki iki kişidir. Bu kişiler, bazılarına göre Müslümandırlar. Bazılarına göre ise bunlar Yahudi olup daha sonra Müslüman oldukları ileri sürülür. Bunlar Yahudi olarak Rasulullah’a geldikleri ve kendi dinlerine göre ceza almaları konusunda Rasulullah’ın hüküm kurduğu söylenmektedir. Her ikisinin suçlarının ispatı da ikrarla gerçekleşmiştir.
Tarihte beyyine ile ispatlanan bir suç varlığı kaynaklarda rastlanılmamıştır. Klasik eserlerde zina suçunun ispatı için kamu ahlakını bozacak adeta aleniyet aranmıştır. Bu bağlamda kişilerin özel hayatları araştırılmamıştır. Hatta suçun ifşasından ihfası daha faziletli görülmüştür. Keza zina ile ilgili ayet gelmeden önce var olan toplumun örf ve âdetine göre ceza uyguladığı da söylenmektedir.
Böylesine önemli bir konuda bilginlerin ihtilaf etmeleri ayrı bir konudur. Kamuya açık bir ortamda uygulanacak olan recm cezasının delili ahad hadisle gelmesi düşündürücüdür. Böyle bir durumda hadisin de mütevatir olması gerekirdi. Oysa bize rivayet olarak gelen hadislerin hemen hepsi ahad hadis konumundadır. Hanefiler bu ahad hadisi biraz zorlayarak meşhur hadis seviyesine çıkarmışlardır ki ekserisi bunu da kabul etmemiştir. Bu hadislerin ahad hadis olarak gelmesi bile düşündürücüdür. Pek çok hadisçiye göre recm hadislerinin her birinin zayıf rivayetler olduğu, biri diğerine uymadığı söylenmektedir.
Bu kadar önemli bir konuda hadis rivayetleri birbirinden oldukça farklıdır. Ahad gibi zan ifade eden bir durumda zaten had cezalarının düşmesi de gerekmektedir. Kur’an’a bakıldığında zina suçuyla ilgili celde ve hapisten bahseder. Genelde karşı cinsler arasında yapılan ilişkiye zina, hemcinsler arasındaki ilişkiye ise fuhuş denilmiştir. Kur’an’da evli olsun veya olmasın, zina eden kimseye verilecek cezanın hükmü konusunda bir ayrım da yapmamıştır. Bu konu da içtihadı bir konu olup Müçtehitler evliye recm, bekâra yüz değnek vurulması istenmiştir.
Kur’an’daki köle ve cariyelerle ilgili Müslümanlara uygulanan cezanın yarısı kadar ceza verilmesi de istenmiştir. Muhsan daha çok evli çiftler için kullanılmış bir kavram olarak, evli olan mahsane kadın için köle ve cariyelere verilen cezanın yarısının istemesi recm olayının aksine celde olayının cezada esas olduğu anlayışını ileri sürenler de bulunmaktadır.
Keza insanlar eğitildikçe şeriattaki sert hükümler yumuşatıldığı da görülmektedir. Hz. İsa döneminde recm olayı yumuşatılmıştır. Keza Kur’an’da recm olayı ise bulunmamaktadır. Böylesine önemli bir konuda Kur’an hükmünü açıkça söylemediği düşünülemez. Bu da Kur’an’ın tarihteki recm olayını red ettiği söylenmiştir. Öte yandan recm ile ilgili hadisin vürut zamanı da kesin olarak bilinmemektedir. Bu uygulamaların Yahudiler hakkında yapılan bir uygulama oluğu, daha kuvvetle muhtemeldir.
Keza Rasulullah recm uyguladıysa, celde ayetinden önce mi sonra mı uygulamıştır. Recm uygulama esnasında taş atıldığında kaçan kadın için “bıraksaydılar da kaçsaydı” rivayetleri bulunmaktadır. Bu bir had cezası ise bir had cezası için böyle bir sözün Rasulullah tarafından söylemesi düşünülemez. Anayasal mahiyetli bir düzenleme olan Kur’an’ın normuna, yasal mahiyetli ondan daha ağır bir ceza getirilemez. Hiçbir yasa ile anayasayı aşan bir düzenleme yapılamaz. Erkler hiyerarşisi noktasından meseleye bakıldığında böyle bir düzenlemenin usul açısından imkânın olmadığı anlaşılmaktadır.
Bilindiği gibi İslam hukukunun erkler hiyerarşisi de buna müsait değildir. Her alt norm, üst norma asla tearuz edemez. Her alt norm yürürlüğünü üst normdan alır ilkesi, burada da bu esastır. Sünnet Kur’an’a muarız olamaz. Bugün hala recm meselesini dini bir emir görenler ile recm uygulamasının dönemsel bir uygulama olarak görenler arasında tartışma sürmektedir. ( SOSYAL DEĞİŞMELERE GÖRE ŞERİATLARDA YUMUŞAMA OLMUŞTUR. YAHUDİLİKTE VAR OLAN RECM HRİSTİYANLIKTA BULUNMAMAKTADIR. KUR’AN’DA DA RECM AYETİ BULUNMAMAKTADIR. RECM, SÜNNETLE SABİTTİR)
Bilginler arasındaki bu anlayış farklılıkları, nasları anlama metodolojiden kaynaklandığı sanılmaktadır. Zira naslar; Mekki ve Medeni olmak üzere genelde iki kısma ayrılır. Mekki ayetler, genelde iman ve ahlaka yöneliktir. Böylece öncelikle akli hicret sağlanarak akla ilke kazandırılmıştır. Desene önce kafa düzeltilerek insana rota verilmiştir. Mekke’de ve Medine’de Kur’an’ın muhatap aldığı bir topluluk bulunmaktaydı. Mekki ilkeler, azimet yani genel, Medeni hükümler ruhsat yani özel hükümler getirmiştir. Bu özel hükümler, şeriat olup yasal ve özel düzenlemelerdir. Bu ilahi yasalar, belli bir toplumsal kültüre nazil olmuştur. Bu ilahi yasalardaki ahkâm da hiç kuşkusuz nüzul döneminin şartlarını da dikkate almıştır. Sonuçta Kur’an genelde olgusal özel durumları dikkate almıştır.
Mekke’de itikat ve ahlak gibi evrensel genel ilkelere özellikle vurgu yapılmıştır. Bunun için Mekke’de daha çok tevhit, hak, mülkiyet, infak, fazilet, zekât ve ontolojik eşitlik gibi üst kavramlara yer verilmiştir. Keza miras hakkı, zekât hakkı, yalan, sözünde durmak, adaletli olmak, liyakat, adam öldürmenin, hırsızlığın, zinanın yasak olduğunun bildirilmesi dinin değişmez ilkeleridir. Bunlar insanlığın şaşmaz değerleridir. Ancak toplumsal düzen ve hukuk normları olgusal ve durumsaldır. Kur’an’daki merhale ayetlerinin durumu bize bunu göstermektedir. Toplumların yasal düzenlemeleri, sosyo-ekonomik, sosyo-külturel ve sosyal- siyasete göre everildiğini görüyoruz. Bu genel ilkelerin yasal düzenlemesi de Peygamber (sav) uygulamasıyla yapılmıştır. Buna da sünnet (yasa) denilmiştir. Miras haktir fakat mirasın nasıl dağıtılacağı yasa ile belirlenmiştir. Bu yasa bir şeriattır. Bu yasalar özel norm niteliğinde düzenlemelerdir. Mirası adil paylaştırmak dinin emridir. Mirası hangi oranda paylaştıracağını şeriat belirlemiştir. Zina ve hırsızlık suçtur ve dinin yasakladığı ve değişmez emirleridir. Bu suçlara hangi cezaların terettüp edeceği yasa ile belirlenmiş şeriatlardır. Özel düzenlemelerdir. Her bir Peygambere bir şeriat verdik ayeti de buna vurgu yapmaktadır. Din değişmez bir değerdir. Allah katında tek din vardır o da İslam’dır. Zekât dinin emridir. Değişmez bir ilkedir. Müslümanların vergisinin adıdır. Bu verginin ne miktarda ödeneceğinin yasal düzenlemesini Peygamber (sav) yapmıştır. Yasal düzenlemesi Peygamber tarafından yapılan bir kanundur. Bu kanuna ise şeriat denir. Zina dinin yasakladığı bir fiildir. Bütün mesele, din ile şeriatı aynı görenler ile ayrı görenler arasında bu tartışma sürmektedir. Saygılarımla.