1 Mart 2016 tarihi itibarıyla yürürlüğe girecek olan “AR-GE Reform Paketi”nden umutluyuz. Belki artık “konuşmak”tan sıkılıp, “üretim”e geçiş yapanların sayısı artar.
Biz bırakın konuşmayı, dinlemekten bile sıkıldık…
Ve hareket hâlindeyiz…
2015-2016 Eğitim yılının başında Dekan olarak, İstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi açılış konuşmasında “inovasyon” ve “inovatif düşünce”nin önemini, rutin ve geleneksel eğitimin özellikle üniversitelerde yaratıcılık ve inovasyonu engellediğini ve/veya maskelediğini ve/veya geciktirdiğini belirtmiştim. Peki, bugünlerde her yerde duyduğumuz “inovasyon” ne ifade ediyor?
İnovasyon, “yeni veya önemli ölçüde değiştirilmiş ürün (mal ya da hizmet) veya sürecin; yeni bir pazarlama yönteminin; ya da iş uygulamalarında, iş yeri organizasyonunda veya dış ilişkilerde yeni bir organizasyonel yöntemin uygulanmasıdır.“ der 2015 yılında Oslo Kılavuzu.
Aynı zamanda İstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Sağlık Yönetimi Bölüm Başkanı da olduğumdan, beğendiğimiz ve kullandığımız tariflerde, ürün, mal, hizmet, pazarlama, süreç, organizasyon kelimeleri çok geçer. Ama burada dikkat edilmesi gereken kelimeler onlar değil. “Yeni”, “değiştirilmiş”, “yöntem“ ve “uygulama”dır.
“Rutin” yok, “geleneksel” yok, “Böyle gelmiş böyle gider,” yok, “statüko” yok, “Hep böyle yapılıyordu,” yok, ne var?
“Yeni” var, “fark” var, “değişim” var. Rutini beğenmeyen, farklı bir şeyler isteyen fikir var, düşünce var. Bu kadar mı?
Hayır, “teorik olan düşünce” inovasyon kavramı içinde hayat bulamaz. Yoksa güzelim toplumumuzun her kademesi ve her anı inovatif düşünceler içerir. Hepimiz her an bir şeylerden rahatsız olup eleştirmiyor muyuz? Yanımızdakine “Bu iş aslında şöyle yapılmalı,” demiyor muyuz? Peki, ne oluyor, büyük bir “hiç”. Hani rutini değiştiren fikirler inovasyonun tarifinde vardı? Var, ama yetmez. Hani bir zamanların meşhur sloganı, “Yetmez ama evet,” gibi.
Tarife devam etmeliyiz o zaman:
“Yöntem” de var tarifte hatırlarsanız. Eleştirdiğiniz rutini değiştirmek için fikirler ürettiniz ama bu fikrin hayata geçmesi için çalışma, beyin fırtınası, enerji kaybı, uykusuz geceler lazım. Yani konuşma ve fikir söyleme yetmez, bu düşüncenin pratik hayata geçmesi için “yöntem” ortaya koymalısınız. İşte, toplumumuzda eksik olan bu! Yoksa her düzeyde fikir bolluğu olan bir eleştiri cennetidir burası.
Yöntemimizi ortaya koyduk, peki ne olacak, işte en önemli aşama, “uygulama”dır ki “inovasyon” tarifi tamamlansın.
Peki, bu tarifi tamamlayanlar var mı kurumlarımızda?
Var. Ama unutmayın ki bu bir süreçtir, arada ödüller de alır, tebrikler de. Ama süreç devamlıdır. Diğerlerince takdir edilmese bile -ki çoğunlukla takdir edilmez- süreç geçerlidir.
Süreç içinde günler geceler geçerken, tüm bu çaba bir ödül amacıyla yapılmaz. Ama doğal süreç başarıyı getirir. Örnek mi; kurumumuzun mezunlarından iki hocamıza verilen Nobel Ödülü. Bazen sonuç tüm sistemi kıskandıran bir başarı belgesi iken, bazen de “Ben bunu başardım,” duygusunu yaşamaktır…
Üniversitemizin bu seneki akademik yılı açılışında, yönetim anlayışında “akademik özgürlük”, “tüm paydaşlarla işbirliğine açık bir yönetim anlayışı”, “araştırma-geliştirme faaliyetleri ve inovasyon”, “üniversite-sanayi işbirliği”, “uluslararasılaşma”, “e-dönüşüm”, “öğrenen odaklı eğitim çalışmaları”, “toplumla bütünleşme”, “fiziksel altyapının yenilenmesi”, “akademik ve idari personelin yaşam standartlarının yükseltilmesi ilkelerinden asla taviz verilmeyeceğini ifade ederek konuşmasına başlayan, Nobel Ödüllü kurumumuzun yöneticisi olan, Sayın Rektörümüz Prof. Dr. Mahmut Ak Hocamıza kulak verelim:
“İstanbul Üniversitesi, köklerini 1453’ten alan ve dünya üniversiteleri arasındaki yerini ortaya koyabilmiş bir bilim kurumu. Gücünü bilimsel niteliğinden alan bir kurum. Geçtiğimiz günlerde İÜ İstanbul Tıp Fakültesi Mezunlarımızdan Prof. Dr. Aziz Sancar, Kimya alanında Nobel Ödülü alarak hepimizi gururlandırdı. Ülkemizde eğitim görüp Nobel Ödülü alan iki kişi de İstanbul Üniversitesi mezunu. Bu bile başlı başına üniversitemizin ne kadar değerli bir geleneğe sahip olduğunu gösteriyor.
Ülkemizde 2014 yılında en fazla patent başvurusu yapan üniversite İstanbul Üniversitesi olmuştur. Türkiye’de üniversiteler arasında en çok patent başvurusu yapan ve bu konudaki başarısından ötürü Sayın Cumhurbaşkanımızdan ödül alan üniversitemizin patent ile ilgili yaptığı çalışmalar ile ilgili verileri de sizlerle paylaşmak istiyorum.
2014 yılında en fazla patent başvurusu yapan üniversite sıralamasında birinci, tüm özel ve kamu kuruluşları arasında ise dokuzuncu sırada yer aldık. 2015 yılının ilk altı ayında en fazla patent başvurusu yapan üniversite sıralamasında 13 patent ile yine birinci olurken, tüm özel ve kamu kuruluşları arasında ise sekizinci sıraya yükseldik. Patent çalışmalarındaki başarılarımızın yanı sıra 2014 yılına ait kabul olan 74 adet TÜBİTAK Projemiz var. 2015 yılında da gerçekleştirdiğimiz 465 başvurudan şu ana kadar 28’i kabul oldu. Yıl sonuna kadar da bu sayı artacaktır. Son yıllara baktığımızda, üniversite olarak araştırma alanında ciddi atılım yaptığımız görülmekte. Araştırma birimlerimizi ve araştırmacılarımızı da desteklemeye devam ediyoruz.
Ülkemizde gençleri genellikle “sadece öğrenci” olarak konumlandırıyoruz. Oysaki öğrenciliğinin yanı sıra “proje üreten”, “yeni fikirler ortaya koyan”, “bilimsel araştırmalar yapan”, “düşüncelerini hayata geçiren” ve “toplum için katma değer üreten” gençlere ihtiyacımız var. Gençlerimizin enerjisinden, yaratıcılığından ve hayallerinden daha fazla yararlanmamız gerekiyor.
İÜ Teknokent geçen yıla göre 16 sıra yükselme göstererek “En İyi Gelişme Gösteren 3. Teknoloji Geliştirme Bölgesi” ödülünü aldı. Teknoloji Transfer Merkezimizde ise üniversite, sanayi, toplum işbirliği ile büyük adımlar atmaya başladık. Tematik teknokentler oluşturma konusunda da üniversitemiz girişimlere başlamıştır. İlk etapta sağlık alanında üniversitemizin potansiyeli dikkate alınarak “Sağlık Teknokenti”nin kurulmasına yönelik çalışmalar başladı.
Bütün bu projelerin ve çalışmaların sürdürülmesi, göreve başladığımızdan beri temel prensibimiz olan değerlerin bir parçası. Türkiye’nin en köklü eğitim kurumu İstanbul Üniversitesi olarak hedeflerimize birlikte ulaşmak dileklerimle, saygı ve sevgilerimi sunuyorum.”
Böyle bir yönetim anlayışı olan İstanbul Üniversitemizin yönetim kurulu ve senato üyesi olmaktan gurur duyuyorum.
Böyle bir kuruma iki Nobel Ödülü az bile…