Selanik kenti, 11 Ekim 1910 yılında Türkiye’nin en önemli zihinlerinden birinin doğumuna sahne olmuştu. Yusuf Bey ve Lütfiye Hanım “Cahit” adını verdikleri çocuklarını kucaklarına aldıklarında, 7 Ekim 1912’de başlayacak olan Balkan Savaşı’ndan habersizdiler. Balkan Savaşları nedeniyle İstanbul’a göç etmek zorunda kalan aile, çocuklarının eğitimini, daha sonra taşınacakları İzmir’de başlatacaktı. Üstün zekâsı kısa sürede fark edilen Cahit, lise eğitimi için Fransa’ya gönderilerek St. Louis Lisesi’ne kaydettirildi. Fransa’da aldığı yüksek öğrenimi sonrası ülkesine döndü. Doktorasını 1938 yılında Almanya’da Göttingen Üniversitesi’nde bitirdi. 1960’lı yıllarda çalışmalar yapmak üzere gittiği Kaliforniya Üniversitesi’ndeki başarılarıyla Amerika Birleşik Devletleri’nde el üstünde tutulan ve birçok üniversitede konuk öğretim üyesi olarak ders veren Arf, 1967 yılında, ABD’de kalması için gelen tüm teklifleri reddederek ülkesine geri döndü. TÜBİTAK’ın ilk Bilim Kurulu başkanlığı dâhil olmak üzere çok önemli görevlerde bulundu. İnternet üzerinde bulabileceğiniz hayat hikâyesinde birçok başarı ve bilim tarihine adını kazıyan buluşlar ve çalışmalar, 87 yıllık hayatının çalışmayla geçen büyük bölümünde onu tarihe yazdırdı. Cahit Arf, ülkemizde çoğu kişi için 2009 yılından sonra bilinen bir figür olarak tekrar keşfedildi, çünkü 2009 senesinde yeni 10 liralık banknot kullanıma sunulmuştu ve üzerine Cahit Arf’ın kendisi ve Arf denklemi resmedilmişti. 26 Aralık 1997’de vefat eden Arf’ın cenaze törenine, ülkenin önde gelen bilim adamları katıldı. O dönem Cumhurbaşkanı olan Süleyman Demirel cenazede yoktu. Bu, küçük bir ayrıntı mıydı size göre? Fransa’da, Almanya’da ve Amerika Birleşik Devletleri’nde bunca saygı gören Arf, son yolculuğunda neden en üst düzeyde bir uğurlama ile uğurlanamadı?
Bilim, ülkemizde sohbet konularında sevilen bir başlıktır. İnsanımız bilim adamlarını sever. Bilimin, sadece adamların yaptığı bir şey olarak, insanlığa bir hizmet olduğunu düşünür. Lakin bu hizmeti, başka yerlerdeki bilim adamları yaparlar. Bizim ülkemizde, bu tür hizmetlerden ziyade saygı duyduğumuz ancak pek de bir şey beklemediğimiz, bir zevat, üniversite kürsülerinde oturarak bilmediğimiz, pek de merak etmediğimiz bir kısım işle uğraşırlar. Son bir yılda üniversiteler ile ilgili neler konuştuğumuz hatırlıyor musunuz? “Yemeklerini kızlı erkekli yemek isteyen üniversite öğrencileri, üniversitede LGBT propagandası, üniversitede içki içmek” ve birçok gereksiz başlık. Pekiyi, akademik gündemde neler var? Türkiye’nin dünya ölçeğinde en öne gelen üniversitesinde kriminalize edilen öğretim üyeleri ve gece yarısı üniversiteye eklenen yeni bölümlerle girişilen güç kavgaları, üniversite sınavlarında baraj puanlarının kaldırılması, üniversitelerin yeşil alanlarının yol yapımı için daraltılması, yurt problemleri, üniversite mezunlarının işsizlik problemi…. Amerika Birleşik Devletleri’nin el üstünde tuttuğu değerli akademisyen Canan Dağdeviren, yakın tarihte attığı bir tweet ile dokuzuncu patent için imza attığını duyuruyordu. ABD’nin en önde gelen bilim insanlarından biri, belli ki bizim gündemimizle hiç de ilgisi olmayan işlerle meşgul oluyor. Ülkemizde ise birçok üniversitede günlük rutin olarak kadro ilanlarının adrese teslim verilmesi artık ilgi bile çekmiyor. Eşini veya çocuklarını yerleştirmek üzere ilan kadro ilanı veren rektörler ile ilgili YÖK tarafından alınan önlemler, diğer bazı rektörleri benzeri yaklaşımları sergilemekten alıkoymaya yetmiyor.
Süleyman Demirel, bir cumhurbaşkanı olarak Cahit Arf’ın cenazesine katılsa ne olurdu? Başka bir şekilde söylersek, katılmaması neyi gösteriyor? Bir ayrıntı mı bu bilgi? Hayır. Çok önemli bir veri. Ülkemizde bilimin ve bilim insanının nasıl konumlandığına dair çok önemli bir bilgi. Ülkemizin yönetim anlayışını sembolize eden bir gösterge. Ne ilgisi var diye sorabilirsiniz. Şöyle ki, temel bilim gibi en temel alanda bilgi üretemeyen bir toplumun, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmasının mümkün olmadığını her devlet adamı bilir. Ancak, ne uygulamalarında ne de düşünce dünyalarında karar vericilerimizin bilim başlığını nereye konumlandıracaklarını bilemediklerini görmekteyiz. Bu nedenle, böyle bir kaybın ardından devlet başkanı özel bir tavır almaya kendini mecbur görmemiştir. Bunun sebepleri bu yazıda irdelenemeyecek kadar uzun bir tartışma konusudur. Şu kadarı söylenerek bu başlığı geçelim: Bilimsel esaslara göre davranmadığımızda başımıza gelecekleri kabul etmiş olmaktayız. Karar vericilerin, bilimsel yöntemlerden sonuç beklemeleri, ülkemizde bilim ortamının gelişmesi için ilk şart olarak görülmelidir.
İlk olarak 1876 yılında Ahmet Vefik Paşa tarafından yayınlanan Lehçe-i Osmani adlı kitapta rastladığımız “dolmuş” kelimesi, büyük şehirlerde her gün yaşadığımız trafik terörünün ve ulaşım organizasyon bozukluğumuzun bir sembolü gibidir. Özellikle trafik yoğunluğu problemi olan ve çok sayıda insanın trafiğe çıkmak durumunda olduğu metropollerde, çağdaş ulaşım anlayışı yaygınlık, erişim kolaylığı ve ucuzluk ekseninde şekillenmektedir. Londra, Paris, Berlin ve diğer birçok Avrupa kentine gittiğinizde, şehirlerin toplu taşıma sistemlerinin yaygınlığı ve kolay bir şekilde rahatça ulaşım imkânı ülkemiz insanını büyülemektedir. Bizim orijinal ulaşım organizasyon modelimiz olan dolmuş, toplu taşıma beklentilerinin hiçbirini karşılamamaktadır. Az sayıda kişinin, düzensiz bir şekilde taşındığı dolmuşların hangi duraktan, hangi saatte kalktığı, hangi güzergâhta ne sürede gittiğinin bilgisinin sadece bilenlere malum olması bir yana, seyahat güvenliğinin yeterince sağlanamadığı aşikârdır. Dolmuşlarla ilgili her tür bilgiyi hepimiz bilmemize rağmen güvenli olmayan, verimsiz ve düzensiz bu ulaşım şekli tüm hızıyla metropollerde servise devam etmektedir. Demek ki, günlük bir ulaşım konusu için dahi b ilimsel yöntemlere ihtiyacımız yok gibidir.
Cahit Arf’ın 2009 yılındaki ölüm yıldönümünde 1 Amerikan Doları 1.51 Türk Lirası etmekteydi. Cahit Arf’ın resminin basıldığı 10 Türk Lirasının alım gücü de gayet yüksekti. O zaman dolmuşa bindiğinizde 10 lira karşılığında alacağınız para üstü, bugüne göre çok daha fazlaydı. Yıllar geçti, metrolar yaygınlaşmaya devam etti, otobüs sayısı arttı ancak dolmuşlar metropol trafiğini karıştırmaktan vazgeçmediler. Bir türlü düzene koyamadığımız trafik keşmekeşi bir yana, artık 1 Amerikan Doları 14 Liradan daha fazla ediyor. Bilimsel yönteme yabancı bir toplum, kendi yarattığı kaostan çıkamıyor. İçinden çıkamadığımız kaos, ülke olarak değerimizi düşürüyor. Büyük matematikçi, trafik karmaşasında kaybolan bir banknot üstünde bize gülümsüyor. Dolmuş şoförüne para uzatırken, Hocaya saygısızlık edeceğimizden bir korkumuz veya utancımız kalmadan soruyoruz: “Bir 10 Lira üstü alabilir miyim?”
Nisan 2022
Bağcılar, İstanbul