Ülkemizde hekimlik yapmak kolay değil. Göğsünde bir operasyon (torakotomi) izi olan hastanıza neden ameliyat olduğunu ve nasıl bir ameliyat geçirdiğini, ameliyat sonrası patoloji raporunun ne olduğunu sorarsınız, "Bilmiyorum" cevabı alırsınız. On yıldır hipertansiyon tanısıyla tedavi alan hastanıza, kullandığı ilacın adını sorarsınız, alacağınız cevap büyük ihtimalle yine aynıdır. Altı ay önce çekilen toraks BT filmlerini veya raporlarını istersiniz, "Onları çöpe attım" cevabını alırsınız.
Bu sorun, ilk akla geldiği gibi "sadece" hastaların ilgisizliğinden, eğitimsizliğinden de kaynaklanmaz. Hekimler, hastalarına yeterince zaman ayırıp bilgi vermez; hastaneler hastalarına epikriz vermez; filmler, tahlil sonuçları, patoloji raporları, ameliyat raporları hastaya verilmez ise hastalar kendi hastalıkları hakkında bilgi sahibi olamazlar.
Her ne sebeple olursa olsun, sonuçta hastanızla ilgili tıbbi karar verirken, onun tıbbi öz geçmişini tam olarak bilemezsiniz. Bu bilgi eksikliği, hastayı/hastalığı yönetmenizi güçleştirir, komplikasyonlara, istenmeyen etkileşimlere (ilaç-ilaç, tedavi-komorbidite) yol açabilir.
Bu sorunun çözümü zor görünüyor. Hem hastalarımızın sosyo-kültürel ve eğitim profillerinin değişmesi hem de hekimlerimizin ve sağlık kurumlarımızın hasta odaklı bir pratik geliştirebilmeleri uzun zaman alacaktır. Ancak, sağlıkta dönüşüm programının ortaya çıkardığı bir fırsat, bu sorunun çözümüne ciddi katkı sağlayabilir.
SGK’nın Medula sisteminde toplanan sigortalılara ait veriler, her bir hasta için, o hastanın tedavisine müdahil olan hekimler tarafından görülebilir. Hastanın daha önceki sağlık kurumlarında aldığı tanılar (ICD-10 kodları), kullandığı ilaçlar, geçirdiği ameliyatlar, düzenlenen raporlar, hastanın tedavi için başvurduğu hekimlerle paylaşılabilir.
Aynı durum, Aile Hekimliği Bilgi Sistemi için de geçerli. Bu sistemde toplanan veriler, sadece aile hekimleri arasında değil, 2 ve 3. Basamak sağlık kurumları ile de paylaşılabilir.
Hastanelerin otomasyon sistemleri ile bu iki veri tabanı arasında uygun bir bağlantı ve paylaşım ortamı kurulabilir. Bu yapılırsa, ülkemizde hastalarımıza verilen tıbbi bakımın kalitesinde ve hasta güvenliğinde ciddi bir artış sağlanacaktır.
Sağlık Bakanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ve Sosyal Güvenlik Kurumundan bu öneriyi değerlendirerek gereken adımları atmalarını bekliyoruz.
Hasta mahremiyeti ve her iki sistemin asıl amacının farklı olması gibi öne sürülebilecek engeller iyi bir teknik çalışma ile aşılabilir. Bu sistemlerin, sadece hastanın muayene ve tedavi için başvurduğu ve hastanın o sıradaki provizyonuyla ilişkilendirilmiş hekimlere açılması ve veri güvenliği programlarıyla olası sorunlar önlenebilir.