Hocam Prof. Dr. Mahmut Gazi Yaşargil, son zamanlarda, hep çocuklarımı ve torunlarımı görmek istediğini söyler dururdu. Ben de çocukların ve torunların farklı farklı vilayetlerde bulunması ve hepsini bir araya toplayıp, Hoca’nın müsait zamanına denk getirememe endişesi ile üzerinde duramıyordum. Lakin 2017 yılı Nöroşirürji (Beyin Cerrahisi) Kongresinde, Hoca beni biraz da sert bir şekilde tekrar ikaz edince çocukları bir araya toplamak farz oldu.
29 Temmuz 2017 günü, Oğlum Abdulkadir Cüneyt, gelinim Fatma, kızlarım Suz-i Dilara Canan, Fatma Merve ve torunlarım; Ahmed Bircis, Emine Rayyan, Nazmiye Efnan, Vuslat Betül, Fatma Nur ve Saliha Dilara’yı, Erzurum, Trabzon ve Antalya’dan İstanbul’a toplama imkânını yakaladım. Fırsat bu fırsat diyerek, Hocamın eşi Dianne’ı arayarak, çocuklarımın ve torunlarımın hepsinin benim yanımda, İstanbul Tepekent’teki evimde olduklarını söyledim ve ertesi gün için davetimi yaptım. Birkaç saat sonra bana dönerek, davetime memnuniyetle icabet edeceklerini bildirince, müthiş bir sevinç ve haz ile birlikte, endişe ve heyecan da duymaya başladım. Otuz küsur yıl evvel, Zürih’e ilk gittiğim dönemlerde yaşadığım endişe ve heyecanı tekrar hissederek sabahı zor ettim. Gözüme uyku girmedi. Ama randevu, 30 Temmuz 2017 Pazar günü, sabah saat 08.00’da olmasına rağmen, ben bir saat evvelinden kapısında hazır içtima, bekliyordum.
Başta Eşim Emine Hanım olmak üzere, çocuklarımın ve torunlarımın hepsi, bahçe kapısının önünde, bir tören mangası ciddiyetinde ve nizamında dizilmiş, hikâyelerini dinleyerek büyüdükleri bu “Asrın Bilim Adamı”nı karşılamaya hazır vaziyette, müthiş bir heyecanla bekliyorlardı.
Kendisinin elinde ilk defa bir baston görüyordum. Lacivert bir pantolon, sarı, siyah, kırmızı ve mavi çizgileri olan beyaz bir tişört ve kalın tabanlı siyah spor bir pabuç giyinmiş olarak, yanında Sevgili Eşi ve Can Yoldaşı Dianne Hanımefendi ile birlikte bahçe kapısından giriyordu. Kıdem sırasına(!) göre herkes elini öpüyor ve böyle bir hadisenin gerçekleştiğine inanamıyorlardı. Çok sık görmeye alışık olmadığımız, mutlu, sevecen ve güleç yüzü ile yeşil çimlerin üzerinde yürürken, gözlerinden mutluluk fışkırıyordu.
Eve girmeden önce bahçeyi, fındık ve meyve ağaçlarını görmek istedi. Çok titiz bir şekilde ve konunun uzmanı gibi, domatesleri, biberleri, patlıcanları, salatalıkları, mısırları, fasulyeleri, patatesleri, fındık ve meyveleri inceledi, fikirlerini ve eksikliklerimizi söyledi.
Pergolada hazırlanan kahvaltı masasında, kendisi için ayrılan başköşeye oturduğunda, hepimizin gözlerinden sevinç parıltıları saçılıyordu. Sağ yanına beni, sol yanına Dianne’ı ve diğer sandalyeler de yine arzusu çerçevesinde sahiplerine tevdi edilerek oturma düzeni sağlandı. Resimler çekti, bizlerin de fotoğraf çekmemize müsaade etti.
Özellikle daha çok Trabzon’un yöresel yemek kültürü ağırlıklı, kuymak dâhil bir kahvaltıdan oluşan menü, sohbet eşliğinde sürdü. Zaten Hoca’nın yemek alışkanlıklarını bildiğim için soframızda, bahçemizden topladığımız sade ve natürel sebzeler hâkimdi.
Torunlarla ve çocuklarla teker teker sohbet etti, sorular sordu, bilgi seviyelerini ölçtü. Daha önceden Hoca’nın geleceğini bilen, kendisini ona göre hazırlayan ve istikbale yönelik bilimsel projeleri hakkında kafasına takılan soruları sormak için sabırsızlanan Torunum Ahmed Bircis, oturma nizamını bozup, Hoca’ya daha yakın bir pozisyona yerleşti ve her fırsatta sorular sormaya başladı. Bu Hoca’nın çok hoşuna gitti ve ilgisini çekti. Benim de çok iyi bilmediğim, ancak ilgimi çeken ve müdahil olduğum, beyin gücü, connectom, genom ve uzay hakkındaki Bircis’in fikirlerini Hoca çok ilginç buldu ve birkaç saat süren kahvaltı boyunca derinlemesine konuşmaları devam etti. Bu arada oğluma neden kendisinin çok fazla konuşmadığını sorunca, Cüneyt de “Bizim ailede baba ile oğul arasında bir bariyer var, lakin dede ile torun arasında bütün kapılar açıktır!” diye cevap verince, Hoca, “İlginç… Bu müthiş ve hiç duymadığım bir cevap!” diyerek memnuniyetini ifade etti. Benim de yararlandığım sıra dışı bir sohbet oldu.
Kahvaltı sonrası torunlara hediyelerini verdi. Yalnız çok takdir ettiği ve çok zeki bulduğu, mutlaka çığır açacak kabiliyette bir bilim adamı olacağından şüphe etmediği Ahmet Bircis’e, daha sonra hediye olarak bir matematik-zekâ kitabı imzalayarak gönderdi. Fen bilimlerine yönlenmesini tavsiye etti.
Hayatın çok acımasız ve de insanların vefasız olduklarından bahisle, ülkemizdeki ve dünyadaki bilim politikaları üzerine uzun uzun sohbet ettik. Bizim insanımızın yeterince çalışkan olmadığını vurgulayarak, kendi hayatından çok ilginç kesitler aktardı. Ancak, sadece bende kalması şartı ile bu anılarını ifade ettiği için burada onlara yer vermeyeceğim.
Çocukların havuzda yüzmelerini keyifle seyrettikten sonra evi gezmek isteyen Hoca, Dianne ile beraber, başta benim çalışma odam olmak üzere her yeri ilgi ile dolaştı, sorular sordu. Evi ve bahçeyi çok beğendiğini belirten Hoca, eşime takdir ve tebriklerini ifade etti. Kendine has üslubuyla iyi temennilerde bulundu, dualar etti.
Sonra çalışma masama yerleşerek kitaplarımı inceledi, masa düzenimi övdü, dergilere göz gezdirdi, fotoğraf çekti. Masamın üzerinde gördüğü bir dergiyi ilgi ile inceledi; bir yerinde kendisinden söz ediyordu. Yüzünden gülümseme hiç eksik olmadı. Masamda duran bir fotoğrafımı çok beğendi ve onu kendisine vermemi istedi. Hemen paketleyerek Dianne’nın koltuğunun altına yerleştirdi. Bu hiç beklemediğim ve hiç kimseye nasip olmayan bir şans, bir gurur ve ayrıcalıktı.
Doksanı aşan yaşına rağmen, dinçliğinden pek bir şey kaybetmeyen Hocamı ve Eşi Hanımefendi’yi, yaklaşık dokuz saati aşan; ben, eşim, çocuklarım ve torunlarım için dolu dolu, ömür boyu sürecek bir mutluluğun gizlendiği Pazar günündeki bu hatıralarımızla bezenmiş beraberliğimizin ardından, alıp ikamet ettikleri modern bir rezidansın 26. katındaki hane-i saadetlerine götürdüğümde, aynı heyecanla evini, kütüphanesini ve çalışma odasını gezdirdi. Dianne Hanımefendi’nin spesiyalitesi olan ikramı ile sürdürdüğümüz sohbetimizde, kitaplarını yerleştireceği ve bir müze olarak kuracağı mekânın eksikliğinden şikâyet ediyordu.
Kapıya kadar gelerek beni uğurlarken, Dianne ve Hocam Prof. Dr. Mahmut Gazi Yaşargil’in gözlerinden mutluluk, gurur ve güven duyguları saçılıyordu.
Sen, insanlığa, tıbba, nöroşirürjiye ve dünyaya büyük hizmetler verdin, katkıda bulundun, çığır açtın.
Sen çok yaşa Hocam!
Yine Hocamın seçtiği ve çok sevdiğini ifade ettiği bir rubâîmizle (Yâ Hayy!, İsmail Hakkı Aydın, Ötüken Yayınları, İstanbul, 2014) bitirelim.
BİRCİS’E
(Fâilâtün Fâilâtün Fâilâtün Fâilün)
Bende Mecnundan da çok âşıklık ibtilâsı var.
Kimse bilmez Sen gibi püsküllü bir belâsı var.
Tâ ezelden sanki gönlüm oldu mecbûr cevrine,
Zülm için Bircîs’e her an bir sebep îcâdı var.