Geçen gece bir rüya gördüm. Rüyamda, Eskişehir’de 6 tane adli tıp uzmanı varmış, bunların bir kısmı Sağlık Bakanlığı, bir kısmı Adalet Bakanlığı, bir kısmı da üniversite kadrosunda çalışıyormuş. Çıkarılan bir yönetmelik doğrultusunda tüm kurumlardaki adli tıp uzmanları birlikte çalışıyormuş. Kimse başka bir kurumda ek görevli değilmiş. Kadroları ve özlük hakları kendi kurumlarında kalmak şartıyla işleri şöyle yürütüyorlarmış. Adli tıp uzmanları adliyenin içinde çalışmıyormuş. Uzmanlardan birisi Eskişehir Devlet Hastanesinde, diğeri Yunus Emre Devlet Hastanesinde kendilerine tahsis edilen ve asgari donanıma sahip polikliniklerde çalışıyormuş. Diğerleri de üniversitede çalışıyormuş.
Klinik adli tıp olguları hastane polikliniklerinde çalışan uzmanlar tarafından olayı ve tedavi sürecini müteakip değerlendirilip karara bağlanıyormuş. Gerektiğinde diğer alanlardaki uzmanlardan da görüş istiyorlar, gerekli tetkiklerle kararlarını destekliyorlarmış. Üniversitede de bir poliklinik varmış. Orada da bir uzman klinik adli tıp olgularını muayene ediyor, değerlendiriyormuş. Çocuk istismarı, cinsel suç vb. olgular üniversitede bu tür olgular için oluşturulmuş birimlerle iş birliği halinde değerlendiriliyormuş. Ekip hizmeti ve belli bir donanımı gerektiren cinsel suç olguları ile otopsi yapılacak olgular üniversiteye geliyormuş. Uzmanlardan biri olay yeri incelemelerine katılabilmesi ve ölümlü olguları olay yerinde değerlendirebilmesi için dış hizmetlere ayrılıyormuş.
Dış hizmetlere katılan uzmanların haftalık nöbet çizelgesi varmış. İlk değerlendirmeyi yaptıktan sonra otopsi yapılacak olguları üniversiteye yönlendiriyormuş. Oradaki meslektaşlarından en az ikisinin katılımıyla otopsiler gerçekleştiriliyormuş. Devlet hastanelerinde çalışan uzmanlar aylık periyodlarla değişiyormuş. Adli tıp uzmanları, bir ay komplike ve ölümlü olguların değerlendirildiği üniversite hastanesinde çalışırken, diğer ay devlet hastanesindeki polikliniğine gidiyormuş. Yakın il ve ilçelerdeki ölümlü olguların otopsileri de burada yapılıyormuş. Bu hekimler haftanın bir günü otopsi sonrası tetkik istenen olguları tetkik sonuçlarıyla birlikte değerlendirip, aydınlatılması istenen hususları tartışarak karara bağlıyormuş. Haftanın bir yarım gününde de bilimsel gelişmeleri takip etmek ve bilgilerini tazelemek üzere eğitim etkinliğinde bir araya geliyorlarmış. Bazen uygulamada karşılaştıkları ilginç olguları ve bunlardan çıkardıkları dersleri tartışırken bazen makale saati yapıyorlarmış, bazen de uzmanlık öğrencilerine verilebilecek tez konularını vb. tartışıyorlarmış. Yani dinamik bir süreç varmış. Kimse boş durmuyormuş, ama kimse de kendini sadece dosya inceleyen, sekreterlik yapan biri gibi hissetmiyormuş. Hem birbirleriyle iç içe hem de diğer uzmanlık alanlarından hekimlerle iç içe çalışıyorlarmış. Yaşamın ve adli tıbbın içindelermiş. Tüm pratisyen hekimler, aile hekimleri ve diğer uzmanlık alanlarından hekimler bu işten memnunmuş.
Savcılar önceleri bu işleyişi pek sevmemişler. "Hazır elimizin altında doktor vardı, hadi dedik mi gidiyorduk, doktor beyle işimizi çabucak hallediyorduk" diye serzenişte bulunmuşlar. Ancak bir süre sonra bakmışlar ki, çelişkili raporlar azalmış, raporlar daha nitelikli ve çağdaş yaklaşımları içeriyor, en önemlisi de kişi ya da kişiler ve dosyalar kurumdan kuruma belli bir silsile içinde dolaşmıyor. Alışmışlar ve sevmeye başlamışlar.
Eee, bir de işin mali yönü var. Rüya bu ya, bunu da mevzuat desteği ile çözmüşler. Uzmanlar tam gün çerçevesindeki performans, döner vb. gelirlerini kendi kurumlarında belirlenen kriterler çerçevesinde alıyorlarmış. Kendi yaptıkları hizmetlerin faturalarını hizmeti sundukları birime, yani temel olarak Cumhuriyet başsavcılıklarına gönderiyorlarmış. Cumhuriyet başsavcılıklarına bilirkişilik giderleri ile ilgili ödenek geldiğinde, adli tıp hizmetleri için açılan ortak bir hesaba aktarılıyormuş. Görevlendirilen bir mutemet bu hesaptaki paraları adli tıp uzmanlarının kadrolarının bulunduğu kurumlara, o kurumun hizmete katılan uzman sayısına göre aktarıyormuş. Örneğin; çalışan altı uzmanın ikisi Adalet Bakanlığı kadrosunda, biri de Sağlık Bakanlığı kadrosunda ise toplam gelirin altıda ikisi Adli Tıp Kurumu hesabına, altıda biri de devlet hastanesinin hesabına aktarılıyormuş. Birlikte üretip birlikte paylaşıyorlarmış. Kavga gürültü yokmuş. Hekimler kendi aralarında klinik ve postmortem adli tıp hizmetlerini 6’şar aylık dönemlerde mi değiştirsek yoksa diye tartışıyorlardı ki, birden büyük bir sıkıntı ile uyandım. Hareketli bir güne başlayacağımı, geç kaldığımı filan düşünüyordum ki, bir de baktım rüya imiş. Oh be dedim, rahatladım. Alışmışım rahata, öyle ölenle kalanla uğraşacak halim yok. Rahatça çayımı içer, odama çekilir yazar, çizerim dedim. Kimse senden bu işleri istemediği sürece sesini de çıkarma, dedim. Azıcık aşım, kaygısız başım. Neme lazım.
Rüyamı sizlerle paylaştım. Memleketimden adli tıp manzaraları ile yazımı bitiriyorum.
Adli Vaka Kararını Polis Verir*
Bir gün, ilçede görev yapan meslektaşımız, adli tıp bölümü olarak bize, fakültemize sevk ettiği hastası hakkında bilgi vermek istemişti.
"Çalıştığım sağlık ocağına yanık tedavisi için bir hasta getirildi. Çocuğun kalçalarının ve ayaklarının yanmış olması, lezyon yerleri ve şekilleri bana çocuk istismarını düşündürdü. Elbette yapmam gerektiği gibi adli bildirimde bulundum. Ancak polis memurlarından onları rahatsız ettiğim, boş işlerle uğraştığım ve kendilerini de uğraştırdığım gerekçesiyle epeyce azar işittim. Ne yazık ki bunun üzerine çareyi hastayı sevk etmekte buldum."
Anlattıkları kısa, fakat hayli ilginç, değil mi?
(*)Derleyenler: Yasemin Balcı, Kenan Karbeyaz, Mürselin Kurt
(Biz aktaranların yalancısıyız)