Tarih boyunca yollar, yolcular ve kervanlar hep önemini korumuştur. Hatta kervanlar kültürlerarası iletişimin en önemli aktörlerinden birisi olmuşlardır. Bu kervanlar, İslamiyet’in yayılmasında da büyük öneme sahiptirler. Herhalde tarih derslerinde Arap tüccarlar sayesinde birçok kişinin İslamiyet ile şereflendiğini öğrenmişsinizdir. Son yıllarda her tarafı saran sanal ve dijital dünyanın her şeyi bir kara delik gibi içine çektiği çağımızda, sanallaşma ve dijitalleşmeye inat, yollar ve yolcular önemini korumaya devam etmektedir.
Burada sizlere ulu hakan II. Abdülhamit Han’ın en büyük projelerinden birisi olan Bağdat demiryollarının yapımı sırasında yaşandığı rivayet edilen bir yol ve yolcu hikâyesini nakletmek istiyorum. Bağdat demiryollarının yapımına başlandıktan sonra hat güzergâhında yaşayan köylüler, biraz tedirgin biraz da meraklı gözler ile çalışan işçileri bazen izlemişler, bazen hanelerinde misafir etmişler, bazen de bir bardak ayran ikram ederek onlarla koyu bir sohbet etmişlerdir. Bu sohbetlerden birisi sırasında yaşlı bir köylü:
“Evlat, siz buraya ne yapıyorsunuz?” diye soruvermiş…
Yol yapımında çalışan genç mühendis, bu soru karşısında biraz düşündükten sonra, “Tren yolu yapıyoruz.” dese köylü anlamayabilir… “Lokomotif…” dese hiç duymamıştır belki diye içinden geçirdi. “Buradan geçecek vasıtalar için ray döşüyoruz.” dese rayı nereden bilecek diye düşünmeden edemedi. İhtiyar köylüye hem pratik hem de anlayacağı bir dille cevap vermek niyeti ile:
“Amca, sen buradan Bağdat’a kaç günde gidiyorsun?” diye sordu. Köylü bu soru karşısında mühendise dönerek:
“Evladım, buradan Bağdat otuz gün çeker.” dedi. Bu cevap karşısında mühendis köylüye:
“İşte, biz öyle bir şey yapacağız ki sen buradan Bağdat’a bir günde varacaksın.” diye cevap verdi. Bu cevap karşısında tam bir köylü saflığı içinde yaşlı adam mühendise:
“Anladım evladım… İyi güzel ama ben geri kalan 29 gün ne yapacağım?” diye cevap verdi.
Bu cevapta ne gizli diye düşünüyorsunuzdur sizler de benim gibi. Bazılarınız belki köylünün saf bir cevap verdiğini aklınızdan geçirdiniz. Hayır, kesinlikle… Peki ihtiyar köylü mühendise verdiği cevapta ne demek istemiştir? Ne düşünmüştür, ne için şaşırmış ya da ne için kaygılanmıştır? Bana öyle geliyor ki ihtiyar köylü, “Peki, diğer 29 günlük seyahatte konuştuğumuz muhabbetlerimiz ne olacak?” diyor aslında. O dönemdeki yolculukların kervanlarla yürüyerek ya da at, eşek veya deve sırtında yapıldığını düşünürseniz bu cevaptaki sır biraz daha açılır. Yürüyerek ya da o dönemin binekleriyle yapılan böyle zorlu bir yolculuktaki dostluklar, ahbaplıklar, anlatılan hikâyeler, okunan gazeller, söylenen türküler ve şiirler, yaşanan heyecanlar… İşte ihtiyarı endişelendiren, şaşırtan ve belki de üzen husus, seyahatlerdeki bu özelliklerin ve güzelliklerin kaybolacağıdır bence. Aslında ecdadımız Selçuklu ve Osmanlı yol güzergâhlarına yapmış olduğu han ve kervansaraylar ile o dönemin yolculuklarının sıkıntılarını biraz hafifletmiştir. Düşünebiliyor musunuz, bir han ve kervansarayda konakladığınız zaman üç gün ücretsiz olarak oranın her türlü imkânlarından yararlanabiliyordunuz. İbadetinizi en güzel şekilde yerine getirebilir, hayvanlarınızın bakımını yaptırabilir, yorulmuş iseniz, adından da anlaşılacağı gibi bir saray konforunda istirahat edebilirdiniz.
Evet, yollar ve mesafeler kısaldı, hala da kısalmakta. Fakat yollar kısalırken kültürü taşıyan, kültürler arası iletişimin vazgeçilmezlerinden olan muhabbetler de kısalmaktadır. Eskiden bir seyahat aracına bindiğiniz zaman “Hemşehrim, yolculuk nereye?” diye başlayan cümlelerin ardı arkası kesilmezdi. Belki bazen de sıkıcı olurdu. Ama yine de insanlar uzun ve sıkıcı yolculuklarını daha zevkli hale getirebilirlerdi. Zaman zaman muhabbet o kadar koyulaşır ki gecenin karanlığı, motorun gürültüsü bile o muhabbeti bitiremezdi. Bu muhabbetler sayesinde molalardaki çaylar bir başka lezzetli olurdu. Bir otobüs veya tren yolculuğu ile başlayan muhabbetler belki bir ömür bile sürebilirdi.
Ne oldu da yollar kısalırken muhabbetler de kısaldı?! Bir anda seyahat araçlarının bir köşesine “renkli kutu”yu koyuverdiler. İnsanların her yerde vaktini çalan bu icat, seyahatlerin de vazgeçilmezleri arasına girdi. Hatta o derece önemsendi ki bilet alırken “TV’si var mı?”, “İnternet yoksa başka birine bakacağım.” şeklindeki arayışlar, bu cihazın her araca girmesini hızlandırdı.
Dijital dünya o kadar hızla gelişti ki, hayatımızı kolaylaştırırken beraberinde birçok haklarımızı da götürdü; götürmeye de devam ediyor. Seyahatlerimiz sırasında tatlı muhabbetleri bitiren televizyon bir anda araç koltuklarının arkasına yerleştirildi. Öyle ki, içerisine internet, oyun, müzik gibi yeni modüller eklenerek herkesin ilgisine ve zevkine göre tasarlandı. Sanki bizlere konuşmayın ve bu oyuncaklar ile seyahatiniz müddetince oyalanın dercesine.
Ben o eski seyahatleri arar oldum. Hatta herhangi bir seyahat sırasında cesaretimi topladığım zaman yanımdaki kişiye “İyi yolculuklar… Hemşehrim, yolculuk nereye?” diyerek o klasik ve sihirli soruyu soruyorum. Kimisi siyah sihirli kutudan kendisini kurtarıp soruma cevap verebiliyor, böylece bazen uzun ve genellikle çok kısa bir iki cümle edebiliyoruz. Ancak, ne yazık ki çoğu kez sadece “Size de iyi yolculuklar… Falanca yere gidiyorum.” cümlesinden başka bir ses, bir nefes, bir karşılık alamıyorum. Herhalde sizin de bu konuda ayrı bir özleminiz ve birçok (ya da çok az mı demeliydim) hatıranız vardır.
Bilgisayarların küçülmesi ile bilgisayarların yerini iPad, telefon gibi yeni teknolojilerin doldurması işin başka bir boyutu. Herkesin elindeki bu cihazlar bir kara delik misali içine doğru bizleri çekip almakta.
Seyahat boyunca konuşmaktan sıkılır isen kitap okuyarak bu zamanı değerlendirebilirdin. Ama o da yok olmakla karşı karşıya.
Zannedersem çok yakın bir gelecekte seyahat muhabbetlerini, çocuklarımıza ve torunlarımıza Bağdat demiryollarının yapımı sırasında geçtiği rivayet edilen ihtiyar köylünün hikâyesi gibi anlatacağız.
3 yorum
Dijital dünyanın kuşatması altındaki insani değerlerimiz, pandeminin de katkısı ile; müebbet bir yalnızlaşmaya doğru gidiyor.
Dijitalleşen Dünya’ya inat her şeyin bir tık kadar uzağında olmasına rağmen yeni güzellikler keşfetmek için seyahat edenlere ve bu seyahati muhabbetle taçlandıranlara selam olsun…
Kaleminize sağlık hocam gerçekten en çok konuşmamız gereken ama bir türlü sıranın gelmediği bir meseleye değinmişsiniz. Teşekkür ederim ?
Beni çok gerilere, kendimi zor hatırladığım çocukluk yıllarına götürdü. Karamanlar köyünde yavrulu devemizin olduğu günlere…..
Belki belleğime kaydedilen bilgilerin ilki; yaylaya göç ederken Ortaköy’ün oralardan Seher vakti devenin sırtında uyku uyanıklık arasında yaylaya doğru yol aldığımız hatıradır.
Bilvesile selam ve sevgiler.
Halit GÖRGÜLÜ