Onlar, ısıtılıp ısıtılıp, her zaman ve her sofraya getirilen temcit pilavlarıdırlar. Onlar, Köy Enstitüleri, bin dokuz yüz kırklı yıllarda, yurdumuzun dört bir köşesinde kuruldular. Amaç ve hedeflenen, okuma ve eğitim olanakları olmayan köy çocuklarının, bu okullarda devletimiz tarafından yatılı olarak okutulması, mezun olduktan sonra da, öğretmen olarak köylerine dönerek, ülke kalkınmasına öncülük etmeleriydi.
Zamanın, eğitim alanında yapılan en önemli ve atılımcı uygulamalarından biriydi. İyi düşünülmüş, iyi planlanmış, iyi yürütülmüşlerdi. O yıllarda ve sonrasında milli eğitimimizin göz bebeklerindendi. Okullarda öğrenciler, pek çok bilgiyi, öğretmenleri gözetiminde, bizzat uygulamalı olarak, görerek, deneylerle, analiz ve sentez yaparak öğreniyorlardı. Bilim adına öğrendiklerine ek olarak, başta resim ve müzik olmak üzere, her öğrencinin bir sanat dalında ilerlemesi, en azından bir müzik aletini çalabilmesine gayret ediliyordu.
Bin dokuz yüz kırklı ve ellili yıllarda, halkımızın % 80 i köylerde yaşıyordu. Köylerde elektrik, su yok, yol yok, okul zaten yoktu. Bu nedenle de, ‘ülke kalkınmasının köylerden başlatılması’ düşünülmüştü. Yine o yıllarda, kısmen şimdi de bazı yörelerde olduğu gibi, köylerimiz ağalık sistemiyle yönetiliyordu. Şu bir kaç köy bu ağanın, şunlar da bir başka ağanın. Köylünün, işleyecek toprağı olmadığından, ağaların topraklarında maraba olarak çalışıyordu. Ağalık sistemi, Köy Enstitüleri’ne şiddetle karşı çıktı. ‘Sen genç bir öğretmen olarak, ağadan daha iyi mi bileceksin’ denilerek siyasi baskıyla, meclis kararıyla kapatıldılar. Onlara, o yıllarda sadece ağalar karşı çıktı diyenler, yanılırlar. Kimler karşı çıkmadı ki.
Gelelim bu günlere, iki binli yıllarda, halkımızın % 90 i şehir ve kasabalarda yaşamakta. Köylerde, hala direnen bir kaç aile ve daha çok yaşlılar kalmış durumda. Günümüzde tarımsal üretim makinalaşmış, insana olan gereksinim giderek azalmış, mirasla bölüne bölüne küçülen arazilerde yapılan tarım, aileleri geçindiremez olunca, 1950 li yıllardan itibaren, köylerden kasaba ve şehirlere göç başlamış. Taşımalı eğitim denilerek, köy okulları kapatılmış. Civardaki köyler, otuz hatta kırk kilometre uzakta olsalar bile, köylükten çıkarılarak kasabaların mahallesi haline getirilmiş. Böylece yıllar içinde, köylerimiz ve içleri boşaltılmış.
1940 lı yıllarda köy enstitüleri, eğitim alanında keşfedilen, çok önemli bir buluştu. Ülkemiz ve eğitimimize, çok büyük katkı ve yararları oldu. Oralardan, nice bilim insanları, sanatçılar, çok değerli eğitimci ve devlet adamları yetişti. Meclis’te çıkarılan kanunla, kapılarına kilit vurulması, çok yanlış bir uygulamaydı. Ülkemiz adına hiç de iyi olmadı.
Kapatılmalarının üzerinden, yetmiş yıl geçmiş. Tüm dünyada ve ülkemizde, o günlerden beri, çok büyük gelişmeler olmuş. Gelinen bilimsel ve sosyal düzey, kırklı ellili yıllardan beri, ileriye giderek değişmelere uğramış. Eğitim ve metodolojileri, değişerek gelişmiş. Bu yüzden, tekrar geriye dönmek de olası değil.
Köy enstitüleri öyle bereketli oluşumlar ki, hala ondan ekmek yiyenlerimiz var. Köşe yazıları, araştırmalar, makaleler, hikayeler romanlar, haklarında cilt cilt kitaplar yazılıyor. Onlarla ilgili kitaplara, devamlı yenileri ekleniyor. Ancak, oralardan mezun olanlar, o okullardan yetişenler de giderek yaşlanıyorlar ve sayıca da azalıyorlar. Eğitimde, ‘U Dönüşü’ yapmak da pek olası görünmüyor.
Yolda koşarken devamlı arkanıza bakarsanız, önünüzdeki tümseği, çukuru, hatta muz kabuğunu göremediğinizden bir anda tökezleyip düşüverirsiniz. Bu okulları kuranlar kimlerdir, nerelerde kurulmuşlar, kapatılmaları nasıl olmuş, bizim kuşağımızdan çoğumuz, bunları ezbere biliyoruz. Tarihimizi okuyanlar ve özel merakı olanların dışında, x, y, z kuşağındaki gençlerimiz, bunları hem bilmiyor, hem de ilgilenmeyip, önemsemiyorlar.
Temcit pilavıdır Köy Enstitülerimiz. Kimilerinin her sofrasında bulunur. Eğitim denildi mi, çoktan baş köşedeki yerini (hak ederek) almıştır. Bitmek tükenmek bilmeyen bir hazinedir onlar. Eğitimle ilgilenen hele de bizim kuşaktansa, konuşmalar döner dolaşır, Köy Enstitüleri’ne gelir. Çok zengin olan bu kaynak, ne kadar kullanılsa bitmez. Ağızlarda sakızdır, hiç küçülmez, devamlı uzayıp giderler. Bazı eğitimciler, daima onların gölgelerinin arkasından yürümeyi çok severler. Eğitimde kendilerinin gölge yaptıklarının, farkında bile olmazlar. ‘Gölge etme, başka ihsan istemez.’ diyen Diyojen boşuna söylememiş.
O yıllardan beri, dünyada ve ülkemizde çok şey değişti. Doğrusu çağlar değişti. Yeni yeni, eğitim yöntem ve metotları, bilgisayar destekli hatta online eğitimler ve daha neler neler. Köy Enstitüleri, bir zamanlar eğitimde bize altın çağımızı yaşatan, önemli oluşumlardı. Artık onlar çok gerilerde kaldılar. Tarihsel ve nostaljik hale geldiler. Onları araştırmak ve yazmak, edebiyatın dışında, tarihçilerimizin de işi olmalı.
Eğitimde güncel olan, yeni metot, yöntem ve planları düşünüp bulanlar, çekinmeden öne çıksınlar. Görüş ve düşüncelerini, başta siyasiler olmak üzere tüm platformlarda anlatıp tartışmaya açsınlar. Diğerleri, eğitimle ilgili olarak hiç bir önerisi olmayanlar da, bundan böyle Köy Enstitüleri’nin arkasına saklanmayı bırakıp, yoldan çekilsinler.
Yol, işte bu yüzden çok önemlidir.
Yüz yıllar öncesinde, Konfüçyüs’ün söylediği gibi,
‘Ya bir yol bul,
Ya bir yol aç,
Ya da yoldan çekil.’
5 yorum
Konuya dünden bu güne değişim ve gelişmeleride işaret ederek güzel bir yaklaşımla yazmışsınız.inşallah geleceğimizi aydın kılacak yeni bir yol buluruz
Hocam meseleye güncel ve gerçekçi baktığınız için teşekkür ederim. Yalnız bu konuda çuvaldızı da kendimize batırmaktan çekinmeyelim. Hala bazı anlı şanlı (!), merkez (!) üniversitelerimizin bazıları intern öğrencilerine “aile hekimliği” eğitimini verdirmemek için stajın adını “kırsal hekimlik” olarak değiştirebiliyorlar. Sizin de bahsettiğiniz gibi bugün nufusun kaçta kaçı “kırda” yaşıyor? Netice itibarıyla birinci basamak sağlık hizmeti kanunla aile hekimliği olarak tanımlanmışken bazı üniversitelerimiz maalesef 70 yıl öncesini bugünün genç doktorlarına dayatmak istiyor. vesselam
Cumhuriyeti kuran iradenin bakış açısı, sonraki siyasetçilerle zamanla değişti, çağın gelişimine göre güncel bakış açısı ile gelişmeler yapacakları yerde, geriye dönük ve eğitimi çağ dışı uygulamalar ile yap boz tahtasına çevirdiler maalesef . Sadece Köy Enstitüleri kapanması değil tüm tedrisat şu an kendi kimlik ve kültürümüzden kopartılıyor:(
Abdullah bey “kendi kimlik ve kültürümüz” den bahsederken mandolin veya piyano çalmayı mı kastediyorsunuz acaba?
Kanaatime göre yanlış olduğunu düşündüğüm bir tespiti düzelmem gerekir inancı ile bu satırları yazıyorum. Köy enstitülerinin serencamını bu makale vasıtası ile öğrenenler yanlış olduğunu düşündüğüm bilgi ile donatılmasınlar.
Köy enstitülerinin kapatılmasında; buzdağının görünen kısmındaki etken Kinyas Kartal gibi ağa milletvekilleridir.
Buzdağının görünmeyen kısmındaki amili ise; Merhum hocamız Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu açıklamıştır.
12. Temmuz.1947 yılımda TBMM’ den geçirilen kanunla eğitim sistemimiz ve müfredatımız ABD’li uzmanların insafına terk edilmiştir.
Teşhisi doğru koyan, doğru tedavinin yollarını da gösteren Oktay Sinanaoğlu hocamızı dinlemek için link. https://www.youtube.com/watch?v=Z7pqNP-ficQ