(tababet san’atının icrası ile geçen 33 yıl / anı 16)
“Hocam, ‘bir vaka münasebetiyle (nedeniyle)’ ibaresi eklenerek kongrelerde tebliğ edilen ya da tıbbi dergilerde yayınlanan vaka takdimlerinin (olgu sunumlarının) çoğunu böyle nitelediğinizi duydum, peki sizce bir vaka hangi durumda sunulmaya/yayınlanmaya değerdir?”
“Elbette ender görülen vaka/lar yayınlanabilir ama sadece nâdir rastlanmaları tek başına yeterli bir gerekçe değildir. O vakayı diğer benzerlerinden ayıran, farklı kılan, yayınlanmasına değer en az bir ya da birkaç önemli özelliği olması gerekir. Bu takdirde neden olmasın, üstelik bu şekilde tıbbi literatüre de bir katkı sağlanmış olur.”
Hoca haklıydı haklı olmasına da özellikle periferde vaka sayıları yeterli olmayan kliniklerin retrospektif (geriye dönük) ve prospektif (ileriye dönük) klinik çalışma, yayın yapma ve kongrelere bildiri götürme imkânları oldukça azdır. Bu durumda ister istemez, ‘hangi münasebetle olursa olsun’ vaka takdimlerine bildiri ve yayın olarak rağbet edilir. Kongrelere eli boş gitmemek, bir şey/ler götürmek, burs alabilmek ve daha önemlisi yardımcı doçent (doktor öğretim üyesi) ve doçent olabilmek için dosyayı ikmâl etmek şarttır.
Hazır yeri gelmişken yayın konusunda bir başka anımı da anlatmadan geçemeyeceğim. Doçentlik sınavına ilk başvurumu yapmıştım. Sınav jürimde büyük bir şehrin bir üniversitesinde bir başka hocamız da vardı. O yıllarda adayların jüri üyelerini gezmesi ve arz-ı endam etmesi adettendi. Yine antiparantez yeri gelmişken bu ilk başvuruda bir önceki şehirde ziyaret ettiğim hocalardan birinin kapısından “hocam ben doçentlik imtihanına başvuran doktorum, dosyama bakabildiniz mi? Sormak veya söylemek istediğiniz bir şey var mı” dediğimde, içeriye almamış, odasında oturan hasta ve yakınlarının önünde azarlar tarzda bağırarak, “gelmenize gerek yok kardeşim, dosyanız geldi, bakıp raporumu yazacağım” deyince gerisin geri dönüp hızla orayı terk etmiştim. Allah’tan bu hoca da çok hoş karşılamadı ama en azından odasına kabul edip konuşmama izin verdi. Konuşma esnasında bana doçentlik imtihanına başvuracak bir adayın A grubu bir yurtdışı dergide yayınının olması gerektiğini söyleyince ben de olduğunu söyledim. Bana döndü “ben akciğer hidatik kist konulu bir çalışmadan bahsetmedim, daha farklı ve orijinal bir çalışmadan bahsediyorum” dedi. Ben de “hocam haklısınız ama Doğu’da, yeni kurulan bir yerde, yurtdışı birinci sınıf (impact faktörü yüksek) dergilerin itibar edeceği hidatik kist konusu dışında bir çalışma yapmam çok zor, ancak bunu yapabildim” dedim, ama bu cevap hocayı ikna etmediği gibi, benim dosyadan geçmeme de yetmemişti.
Tekrar hocaya döneyim. Hocadan asistanlığım sırasında ilk seminerim için bir makalesini istemiş, sağolsun fotokopisini hazırlamış, ben de uğrayıp almıştım. Sanatoryum kökenli olduğumu bildiği için bir konuşma esnasında dedi ki; “Asıl olan çok vaka yapmak değildir. Bu vakalara bilimsel açıdan yaklaşabilmek, yeniliklere açık olmak, akademik dünyaya yeni ufuklar kazandırmaktır. Üniversitenin farkı budur”. O zamanlar haksız da sayılmazdı. Sanatoryumlarda hasta ve ameliyat sayıları çok fazla olmasına rağmen, bu sonuçlar kongrelere ve tıbbi literatüre tam olarak yansımıyordu. ‘Vaka yapmak’ öncelikli idi, hatta asistanlar için ‘vakadan kesmek’ bir çeşit cezalandırma biçimi idi. Üniversiteler öğrenci eğitimi ile de uğraştıkları ve ayrıca akademik ünvan yükseltmelerinde kilit rolü oynadıkları için çok avantajlı durumda idiler. Zamanla sanatoryumlarda ihtisas yapan yeni jenerasyonun özellikle yeni kurulan üniversitelere geçmeleri ve sanatoryumlarda da akademik titri olanların artması ile fark kapandığı gibi, bir rekabet ortamı dahi doğdu.
Ameliyathanede hocanın bizzat yaptığı nadir bir akciğer ameliyatını izlerken, beğenimi ifade edip bu tür bir ameliyatın kayda alınıp sair zamanlarda ve de başkalarınca da izlenebilmesi düşüncemi ifade ettiğimde “yavrucuğum, biz bu tür ameliyatları o kadar sık yapıyoruz ki, sıradan bir vaka, bir esprisi yok” diyerek oldukça mütevazi bir cevap vermişti.
Odasında oturup konuştuğumuz sırada, bir hastasından telefon gelmişti. Hasta muhtemelen bir başka büyük şehirden arıyor olmalı ki, kontrole gelmesinin zor olduğunu, hocanın bir vesile ile bulunduğu şehre gelip gelmeyeceğini soruyordu. Hoca, vaktinin olmadığını söyleyince, hasta ikamet ettiği şehirde tavsiye edebileceği birinin olup olmadığını sordu. “Yok evladım, kimse yok, olsa söylemez miydim” dedi. Çok şaşırmıştım zira yok dediği şehirde tanınmış üniversite hocaları, şefler ve göğüs cerrahisi merkezleri vardı.
Bir gün haftalık klinik konseyinde hastalar tartışılıyordu. Asistan bir vakayı sunmuş, vakada ameliyat öncesi filmlerinde lezyon görülüyorken, ameliyatta lezyona rastlanmamıştı. Hoca şaşırdı ve ısrarla ‘bu nasıl olabilir’ diye olayın üzerine gitti. Fakat uzmanlar ve doçentler hocayı nedeni konusunda ‘sonra konuşuruz’ diye ikna etmeye ve konuyu kapatmaya çalıştılar. Zira konseyde göğüs hastalıklarından da hekimler vardı. Sonunda konu anlaşıldı, meğer hastanın filmi bir-iki ay öncesine aitmiş, bu gözden kaçmış ve hastaya ameliyat öncesi yeni bir film çekilmemiş. Bu süre zarfında da lezyon (muhtemelen organize zatürre) iyileşmiş ve kaybolmuş.
Konsey devam ederken, yakın bir ildeki üniversitenin o ilin bir ilçesine yeni kurulmuş bir tıp fakültesi hastanesinde ameliyat olmuş, sorun çözülmeyince de anabilim dalına başvurmuş bir hasta takdim edildi. Bu sırada hocalardan biri hastanın probleminden hareketle periferde açılan tıp fakültelerinin gereksizliği ve yetersizliğinden bahisle “d…e’den çıksa çıksa d…ü” çıkar şeklinde kaba ve gülüşmelere neden olan bir tabir kullandı. Ne yazık ki ben gülemedim, tam tersi Ankara Tıp mezunu, Ankara Atatürk Sanatoryum ihtisaslı dahi olsam, Van’da periferde yeni kurulmuş bir fakültede görev yapan bir yardımcı doçent olarak alındım, gücendim.
Hocayla bir başka gün ziyaretimde Van’a bilimsel bir toplantı daveti için gelip gelemeyeceğini sorduğumda çok meşgul olup vaktinin kısıtlı olduğunu, istese de gelemeyeceğini söyledi. İlaveten geçenlerde Doğu ilindeki bir tıp fakültesinin düzenlediği bir toplantıya katıldığını (ki o toplantıya ben de katılmıştım, gayet güzel bir organizasyondu), konakladığı oteli ve diğer bazı hususları beğenmediğini belirtti. Halbuki o toplantıyı düzenleyen meslektaşım, sonraki günlerdeki bir konuşmamız esnasında hocanın toplantıdan ve gösterilen konukseverlikten çok memnun kaldığını kendilerine ifade ettiğini belirtmişti.
Bir başka ziyaretimde kendisine “hocam ben Van Tıp’tan dr…” derken söze girip “kendini tanıtıp hatırlatmana gerek yok, seni çok iyi tanıyorum” dediğinde ise sevinip rahatlamamış, tam tersi endişelenmiştim.
Endişelerimde haklı olduğumu ilerleyen zaman içinde görecek ve yaşayacaktım.
2 yorum
Bu anının ve bu sitede yayınlanmış diğer anıların gözden geçirilmiş son hallerinin ve ayrıca yayınlanmamış birçok anının yer aldığı ve bir yılı aşkın süredir üzerinde çalıştığım kitabım “BENİM YOLUM / Tababet San’atının İcrası İle Geçen 33 Yıl”, 08.12.2021 tarihinde okuyucu ile buluştu. Kitap 378 sayfa olup Kitapyurdu Doğrudan Yayıncılık (KDY) yoluyla yayınlandı ve kitapyurdu sitesinde satışa sunuldu. Kitabı incelemek ve edinmek isteyenler için internet adresi; https://www.kitapyurdu.com/kitap/benim-yolum/602498.html
“BENİM YOLUM – Tababet San’atının İcrası İle Geçen 35 Yıl” KİTABIMIN “GÖZDEN GEÇİRİLMİŞ VE İLAVELİ 2. BASKI”SI ÇIKTI.
İKİNCİ BASKIYA ÖN SÖZ’Ü OKUMAK İÇİN;
https://profdrirfanyalcinkaya.blogspot.com/2023/09/benim-yolum-tababet-sanatnn-icras-ile.html