Anesteziyoloji ve reanimasyon uzmanlık alanı ile tanışmamın üstünden tam otuz dört yıl geçti. Ankara Tıpta anestezi, cerrahinin içinde bir dersti. O zamanlar ülkemizde tıp fakültesi sayısı da henüz bu sayılara ulaşmamıştı. Üroloji stajı yaparken anestezi ekibi gecikmişti ve cerrahideki asistan ağabey “Haydi anesteziyi sen ver.” dediği zaman hayatımın en büyük korkularından birisini yaşadım. Elbette bu bir şakaydı!
Anestezi ile asıl tanışmam ise 1985 yılında mecburi hizmete başlayınca oldu. O zamanlarda da mecburi hizmet vardı ve çektiğim kurada Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi çıkmıştı. Benim görev yerim patolojiydi ama beni anestezide görevlendirmeyi uygun bulmuşlardı. Benimle birlikte bir de sınıf arkadaşım mecburi hizmetimizi yapmak üzere anesteziye yollanmıştık. Tıp fakültesinde aldığımız eğitimde anestezi gibi çok özel bir eğitimin olmaması gayet doğaldı. Sayımız da çok azdı. Yetersiz hekim kadrosuyla çalışılıyor ve asistan bulmakta zorlanıyorlardı. İki yardımcı doçentimiz vardı ve her hastaya yetişmeleri de mümkün değildi. İlaçların kısıtlılığı da başka bir sorundu. Gençlere anlatmak zor olacak ama o zamanlar intraket diye bir şeyle tanışmamıştık henüz. Büyük ve uzun cerrahilerde “Cut down” açılıyor veya kan iğnesi ile damar yolu açıyorduk. Damar yolu açmakta zorlandığımız hastalarda kelebek setlerle intravenöz yol sağlıyorduk.
Mecburi hizmetin ilk dokuz ayını tamamladıktan sonra Çukurova maceram başladı. Anestezideki deneyimim (!) beni bulunmaz Hint kumaşı yapmıştı sanki. Yine bir başka anestezi macerası başlamıştı. Söz ettiğim 1986 yılının Nisan ayı. Birçok yoksunluklarımız vardı. En kötüsü de cerrahlarla uzlaşamaz oluşumuzdu. Zira anestezinin hayatiliği pek de anlaşılamamıştı. EKG’lerin sağlam hastalardan çekilip metre hesabı kesilerek dosyalara konulmasının ülke genelinde bir âdet olduğunu da keşfedecektik. Başka hastanın hemogram sonuçlarının iyi diye cerrahi asistanları tarafından bize verilmesini de deneyimleyecektik. Öyle tuhaf işler geliyordu ki başımıza anlatmak bile zor şimdilerde.
Bazen halotan bitmiş oluyordu. Diğer volatillerin adı bile yoktu daha. Bir de pentotal vardı indüksiyon ajanı olarak. Listenon ve pavulon da kas gevşeticilerimiz işte… Biz yaratıcı zekâmızla bir şekilde hastaları uyutup uyandırıyorduk. Düşününce o günleri zorluklarımıza şaşırıyorum. Yavaş yavaş ilaçlar çeşitlendi. En önemlisi hastanın preoperatif vizitleri gün geçtikçe çok ciddiye alındı. Hasta güvenliği ön plana çıktı. Hem hekimlerde hem de hastalarda bir bilinçlenme süreci başladı anesteziyle ilgili. Gerçekten yaptığımız iş çok riskli ve bir o kadar da streslidir. Her uyutulan hastada ağır bir sorumluluk hissedilir. Bazen hastanın genel durumu o kadar kötüdür ki başından bir tek saniye ayrılamazsınız; yemek yemeyi, uyumayı, dinlenmeyi düşünemezsiniz. Hasta iyileşip de taburcu edilirse sizden mutlusu olmaz.
Anestezinin bugün gelişimine baktığım zaman hayretler içinde kalıyorum. Yoğun bakım ve algoloji gibi iki çok önemli yan dalı içinden çıkarmış bir ana dal. Anestezistlerin hepsi birer kahramandır! Hep perde arkasında hastayı hayatta tutma başarısı verirler. Yaşayan her hastanın ardında iyi ve fedakâr bir anestezist vardır. Bazılarınız bilmezsiniz, anestezistlerin güneşi hiç görmedikleri günler olur. Sabah erken başlar ameliyathanenin koşuşturmacası ve akşam geç saatlere kadar bitmez. Böyle zamanlarda güneşi hiç görmez anestezistler. Ameliyathanelerin ayrı bir kültürü, yaşam şekli ve hatta giyim kuşamı vardır. Sabah hastaneye gelirken en kolay değiştirilecek giysilerimizi giymeyi tercih ederiz, nasılsa ameliyathaneye gireceğiz, yeşillerimiz ve ayaklarımızda terliklerimizle!
Elinizde ölen hastanın hüznünü ve ızdırabını kimi zaman otuz yıl sonra bile anımsarsınız büyük bir kederle. Ne yaparsanız yapın kurtulmayacak kaç hasta için gizli gizli ağladık acaba? Bitmek bilmez bilgi denizinden bir zerreyi içmek için kaç gece sabahladık kim bilir kitapların başında… Öğrenmek ve faydalı olmak için acaba ailemizden, sevdiklerimizden ne kadar mahrum kaldık hasretle…
Yıl 1993-1994, Londra’da St. Thomas’ Hospital’da bana arkadaşlarım gıpta ederek bakıyorlardı. Eşim diş hekimi, ben anestezi uzmanıyım. Günün birinde biri nasıl bir hayatım olduğunu sordu. Mütevazı hayatımızı algılayınca pek şaşırmıştı. Çünkü İngiltere’de anestezistler en çok kazanan hekimlerdi. Oysa Türkiye’de günden güne zorlaşan koşullarda ve uzun süreler çalışan, üstelik de az kazanan bir branştır anestezi. Kapalı ortam, yüksek stres katsayısı, atık gaz sistemlerinin olmayışı ve tıbbi hata tazminatlarının yüksekliğine rağmen bu mesleğin yapılıyor olmasını insan sevgisinden başka ne ile açıklayabilir ki insan!
Anestezistlerin özlük haklarında yapılması gereken bazı iyileştirmeler olduğunu düşünüyorum. Cevabını hiç öğrenemediğim bir soru var, neden anestezi ücretleri cerrahinin %30’u kadardır? Anestezik gazların insan organizmasındaki kronik etkileri nelerdir ve neden anestezistler de daha uzun yıllık izin yapmazlar? Aklımda daha sorulması gereken onlarca soru var. Bu konuda ciddi bir çalışma yapmak lazım diye düşünüyorum. Belki sesimizi duyan olur. Saygı ile tüm fedakâr insanları selamlarım.
GEL ARTIK
Fâilâtün/ Fâilâtün /Fâilâtün / Fâilün
— • — — / — • — —/ — • — — / — • —
Düşlerim sensiz, çorak bahçemde bir gül kalmadı.
Geçti mevsimler, bahar yaz bitti eylül kalmadı.
Çıkmadın bir lâhza aklımdan, hayaller hep senin,
Beklerim hicrânla gel artık tahammül kalmadı.
Dâi Dilek