Bugün on iki Aralık “Yerli Malı ve Tutum Haftası”. Yarım asır önce okullarımızda coşkuyla kutladığımız.
Ev ödevimiz beyaz bir karton üzerine küçük beyaz kağıtlardan kese şeklinde kesip yapıştırdığımız üst kısmına ismini yazıp içlerini o zaman yurdum topraklarında yetiştirip tükettiğimiz mercimek, nohut, fasulye, mısır, buğday , arpa, sımışka (ay çekirdeği) fındık, fistık, ceviz, dut, erik ve incir kurusu ile doldurduğumuz yerli malı panoları olurdu. En güzel panoyu yapan o zamanlar en büyük ödül olan “aferin”i kazanırdı.
Ayrıca evlerimizden getirdiğimiz portakal, elma, pestil, hurma ve diğer kuru yemişleri Sümerbank’tan alınmış patiska masa örtüleri ile örttüğümüz sıralarımızın üstüne dizer “Yerli malı yurdun malı herkes onu kullanmalı” dizeleri ile başlayan şarkıyı hep birlikte söyledikten sonra meyveleri, kuru yemişleri afiyetle yerdik.
Günümüzde ne çok ihtiyacımız var tutumlu olmaya ve yerli malı üretip hem kullanmaya hem de satmaya. Tüketim çılgınlığının az ya da çok tüm dünya ülkelerini ele geçirdiği bu zamanda doğayı, çevreyi korumak, azla yetinmek, sadece kendimizi değil doğadaki tüm canlıların yaşam hakkına saygı duymak temelde tutumlu olmakla başlar. Ne kadar az tüketirsek o kadar az karbon salınımı ve iklim değişikliğine yol açarız. Kış mevsiminin başlangıcı olan, normal koşullarda her yerin karla kaplı olması gereken aralık ayında ne yazık ki anormal sıcak günler yaşıyoruz. Ortalama on yedi derece. Gelecekte sıcaklık derecesi ve sıcak günlerin sayısı daha da artacak… Sıcaklık ve sıcak günlerin sayısı arttıkça yağışlı günler azalacak, su havzaları giderek azalıp yok olacak. İçeceğimiz tüm tatlı su kaynakları kuruyacak. Artan sıcaklık nedeniyle dünyamızın “kara gün akçesi” olan buzulları eriyecek.
Ellerimizde son model akıllı telefonlar, bilgisayarlar tabletler; içinde yaşadığımız elektronik eşyayla donatılmış akıllı evler, ofisler; ihtiyaçlarımızı karşılamaya yönelik kullanacağımız sürücüsüz araçlar, evden yönettiğimiz dronlar bizi kurtarmaya yetmeyecek. Ya susuzluktan yada eriyen buzulların tüm dünyayı sular altında bırakmasından yok olup gideceğiz. Eğer yakında gerçekleşmesi kaçınılmaz olan bu gelecek senaryosu gerçek olmasın istiyorsak, çocuklarımızın, torunlarımızın haklarını şimdiden gasp etmek istemiyorsak bu günden tüketim çılgınlığına dur dememiz gerekiyor. Bireysel olarak ben ne yapabilirim diye düşünmek yenilgiyi baştan kabul etmektir. Unutmayalım ki iyiye giden her yol bireyin üstüne döşen görevi yapmasıyla başlar. Toplumlar, devletler, hükümetler, yöneticiler bireylerden oluşur. Biz bugün ,bu anlamlı günde bireysel olarak bilinçli tüketici ve tutumlu bireyler olmaya karar verirsek yok oluşu durdurmanın miladını başlatmış oluruz.
Bugün on iki Aralık’ın önemi; tutumlu olmayı vurgulamasının yanında bir diğer önemi de ulusal üretime önem vermesidir. Çok uzak değil ülkemizin dünya ülkeleri içinde kendi kendini doyurabilen ilk yedi ülke içinde yer alması, Konya ovasının tahıl ambarı, Kars’ın hayvancılık, süt ve süt ürünleri, bal üretimi ile anılması; Ege, Marmara ve Akdeniz’in zeytin ve zeytin yağı üretiminde başı çekmesi. Peki ne oldu bize de mercimeği Kanada’dan; fasulyeyi, nohudu Çin’den, samanı Balkanlar’dan, buğdayı Rusya’dan, mısırı Amerika’dan, ineği Brezilya’dan, peyniri küçücük Hollanda’dan ithal eder hale geldik. Hiçbirini üretmediğimiz her türlü son model elektronik aleti çılgınca kullanmaya başladık. Çünkü biz toplum olarak yozlaşmaya, değer yargılarımızdan uzaklaşmaya, bencilleşmeye başladık. Toplumsal düşünceyi, empatiyi, iyilikseverliği bunlarda neymiş diyerek burun kıvırıp bıraktık. Varsa yoksa batı özentisi içinde yaşamaya, Türkiye gerçeği ile ilgisi olmayan, şatafatlı hayatları, mafyatik kirli ilişkileri yansıtan televizyon dizilerini izleyerek, köyleri hızla boşaltıp kentin varoşlarında, herhangi bir üretim yapmadan, kentlilik kültüründen yoksun, var olmak için her türlü yola başvurmayı mübah sayarak ayakta durmaya çalıştık. Oysaki köylerimizde iyi kötü hemen her evde birkaç koyun, inek, kaz, tavuk, hindi, at, eşek olurdu. İnsanlar ihtiyaçları olan et, süt, yoğurt, peynir, tereyağı, yumurtayı kendisi üretir, ulaşımını at yada eşekle sağlardı. Hemen her evin bahçesinde bir kuyu ve kuyularda su olurdu, birçok köyün yakınından veya içinden şimdi hepsi kurumuş olan küçük dere ve çaylar akardı. Birçok çocuk yüzmeyi bu dere ve çaylarda öğrenirdi, tarlada çayırda çalışan çiftçiler, rençberler akşam olup terden sırılsıklam kesildiklerinde bu derelerde çaylarda çimer, elbiselerini yıkayıp yaz güneşi altında kurutup giyerek evlerine temiz pak dönerlerdi.
Kuşkusuz bugün 21. yüzyılda insanlar hala bu koşullarda yaşasın gibi bir özlem ve iddiada değiliz. Vurgulamak istediğimiz esasen üretim esaslı olan köy yaşantısının çağın gerçeklerine uygun olan daha iyi ve sağlıklı yaşam koşullarında devam etmesidir. Dünyada artık daha az karbon salınıma yol açması nedeniyle aile tipi tarım ve hayvancılık özendirilmektedir. Endüstriyel tarım ve hayvancılıktan hem sağlıklı beslenmeye uygun olmadığı, hem de aşırı karbon salınımına yol açması nedeniyle vazgeçilmesi gerektiği çevre bilimciler tarafından dile getirilmektedir. Bu nedenle Türk köylüsünün ta Orta Asya’dan beri çok iyi bildiği kendi öz yaşam biçimine dönerek aile tipi tarım ve hayvancılığı yapması ve yönetim erkininde bu yönde teşvik edici ve yardımcı olması gerekir. Köy yaşantısında mimari şimdiki gibi doğanın büyük oranda tahribine yol açan, beton yığını, gökyüzünü delercesine dikine doğru yükselen binalardan oluşmaz. En fazla iki katlıdır evler ve alt kat kışın ısısından faydalanmak için hayvanların kullandığı ahırlardır. Bu tip bir mimari çağın gerektirdiği sağlıklı şebeke suyu, elektriği ve kanalizasyon sistemi ile donatıldığında, köy halkının temel sağlık, eğitim, iletişim ihtiyaçları yerelde temin edildiğinde, ürettiği değerini bulduğunda elinde kalıp çürümediğinde, emeğinin karşılığını aldığında hiç bir köylü vatandaşın şehre göç etmek isteği, arzusu olmayacaktır. Köyünde kendi tarlasının, ahırının efendisi olacak; şehirde inşaat işçisi, apartmanlarda kapıcı ya da işçi pazarına erkenden gidip kışın soğukta titreyerek yazın sıcakta terleyip bunalarak günübirlik iş bulma umuduyla beklemek yerine.
Son söz; kendi ürettiklerimizi tüketebileceğimiz, yerli malı ve tutum haftasını tekrar coşkuyla kutlayacağımız günlerin gelmesi umuduyla “Yerli malı ve tutum haftası” kutlu olsun.