“Birey olamadan ait olma” başlıklı yazıma gelen yorumları genel olarak değerlendirmek istiyorum. Başından söyleyeyim ki, biz ağaca bakarak ormanı, ormana bakarak ağacı ihmal ediyoruz.
Birey tanımının kendini düşünen, bencil, faydacı tabirleri ile özdeşleştirilmesini anlayamıyorum. Bu tip insanların bireylerin arasından çıkabileceği gibi, tarikatlardan birine girmiş ve tabi olmuş insanların arasından da çıkabileceğini düşünüyorum. Birey olmaktan kastım düşünen, sorgulayan, araştıran ve bu çabalarının neticesinde benim de bir fikrim var, bu fikir içinde yaşadığım toplumun faydasına olabilir diye düşünerek, bunu ifade etme cesareti ile donanmış, kendi varlığının farkında, özgüvenli bir insandır. Bu tanıma uyan birinin ne işi var tarikatlarda, ya da tarikatlar böyle bir kişiyi neden kabul etsinler, burada bir doku uyuşmazlığı olacaktır iddiası yerinde ve bu iddianın cevabı bu konuda olumlu anlamda ne olabileceğinin de cevabı olacaktır.
Tarikatların nefis terbiyesi üzerine olduğunu biliyorum, ama bunun teorik seviyede kaldığı kötü örneklerin fazla olduğunu, en azından fazla görünür olduğunu düşünüyorum. Nefis, insan varlığının temel özelliği ve nefsinin peşinde olan insanın olgunluktan uzaklaşacağı, bencilleşeceği, yaratılış gayesine yabancılaşacağı tespiti üzerinden nefis terbiyesi üzerine okul, ekol, tarikat, tasavvuf vb yolların ortaya çıkması doğal.
Aşiretler, mezhepler, tarikatlar ile düşünce ve eylem dünyası parça parça bölünmüş Ortadoğu ile, bireylerden oluşan Avrupa arasında arafta bir toplumuz. Kimimiz batıya doğru giden bir trenin içinde doğuya doğru yürüyoruz, kimimiz doğuya doğru yol alan bir trenin içinde batıya doğru yürümeye çalışıyoruz. Ekonomik ve sosyal hayatımızı batıya göre tanımlamış, eklemlemiş, kapitalizmin kurallarına göre yaşamaya çalışan; üretim, katma değer, büyüme, faiz, rant, sermaye biriktirme, kısacası yaşantımızın ve değer ölçülerimiz global dünyaya uyum içinde iken, bu ortamda olması beklenenden farklı bir sonuç bekliyoruz. Tarikatların kamuda nüfuz kullandıkları tarihsel bir gerçek. Bu gerçeğe ticaret ve maddi varlığa sahip olma hevesinin eklenmesi yukarıda anlatmaya çalıştığım modern dünyanın bir yansıması olsa gerek. İşte çelişki burada başlıyor. Hem insanı yaratılış gayesi olan kulluğa evirmek için nefis terbiyesine talip olacaksın, hem de nefsin en büyük hevesi olan mal, mülk, makam sahibi olma hevesine kendini kaptıracaksın. Üstelik tasavvufun ilk ortaya çıkış sebebi, insanın dünyevileşmesine ve maddiyata yönelmesine bir reddiye iken. Cinsel istismar patolojik ve kriminal bir durum olduğu için konumuz dışı.
Nasıl olması gerekir diye düşünüyorum ve şu sonuca varıyorum;
Mademki modern dünyada yaşıyoruz ve konumuz modern insan, o halde modern zamanların ihtiyaçlar hiyerarşisini hatırlayalım. İnsan önce yeme, içme, cinsellik gibi temel ihtiyaçlarını karşılamaya çalışır. Sonra bu ihtiyaçlarının sürekli karşılanacağı güvenli bir ortam ister. Bu ikisini hallettikten sonra bir yere ait olmak ister. Sonrası beğenilmek ve nihayet kendini gerçekleştirme safhası. Daha önceki yazılarımda belirttiğim gibi, biz hayata “ait olma” safhasından başlayan ve tüm ihtiyaçlarımızı bu safhadan halletmeye çalışan bir toplumuz. Şimdi birey üzerinden bir yolculuk yapalım;
Bir iş sahibi olmakla temel ihtiyaçlarını ve yarınını güvence altına almış olan birey, kendini çeşitli siyasi, kültürel, mesleki ve düşünce örgütlerine gevşek olarak bağlar. Mesleki başarıları, sosyal hayatı ile takdir gören birey, eninde sonunda “hayatın anlamı nedir?” sorusunu kendine soracak ve kendi iç yolculuğuna çıkacaktır. İşte tam bu safhada nefis terbiyesini salık veren ve buna rehberlik eden bir öğretinin ulaşılabilir yakınlıkta olması iyi olur diye düşünüyorum. Yoksa mal, mülk ve makam peşinde koşan bir insanın nasıl bir nefis terbiyesi olabilir ki. Sorun tarikatların mürid toplama yarışı içinde olmaları, kendini arayan insanlara bir adres olmayı yeterli görüp, yetinmeyi kendinden başlatmak doğrusu olacaktır diye düşünüyorum.
İnsanoğlu zaafları olan bir varlıktır. Hangi sosyal gruba girerse girsin zaaflarını yanında getirir ve bu zaafları ile içinde bulunduğu sosyal grubun şekillenmesine katkıda bulunur. Zaaflarının farkında olan, bunlardan arınmak isteyenler için, bazı seçenekler arasından tasavvufi bir yolu seçmenin ne mahsuru olabilir ki. Yani bu satırların yazarı tarikatlara uzaktır ama karşı değildir. Yeter ki Hoca Ahmet Yesevi, Hacı Bektaşi Veli, Hz Mevlana, Yunus Emre yolunda olsunlar.
İster birey olsun, ister sosyal bir grup, en büyük zaafımız maddi manevi güç devşirmek ve bunu kendi lehimize kullanmak. Zaaflarına teslim olmuş kötü bireylerin ve kötü tarikatların varlığı bir gerçek. Şimdi içinde yaşadığımız topluma ve olguya bakalım; bize en çok zararı kötü bireyler mi, kötü tarikatlar mı veriyor…
1 yorum
Yazılarınızı ilgiyle okuyorum. Eskiden kadınlarımız ‘kadın günleri’nde, aileler kendi küçük gruplarında, erkekler de, kahvelerde buluşarak etkileşirlerdi.
Gençliğimizde, partiler, sağ, sol, muhafazakar dernekler, vakıflar, tarikatlar, MTTB, TMTF, Ülkü Ocakları, Aydınlar Ocağı, Türk Ocakları gibi oluşumları sayabilirim. Üniversitede öğrenci iken, hemen sizi de aralarına almaya çalışırlar. Günümüzde, bir gruba bağlı olmanın kişiye bazı avantajlar sağladığı da biliniyor.
Hele de, mesleğinizde başarılı olup para da kazanmaya başladığınızda Lions, Rotary, Mason dernekleri, ve Hizmet Hareketi gibi oluşumlardan teklifler alırsınız.
Bir gruba üye olduğunuzda, düzenli olarak toplantılarına katılırsınız, aidat adı altında yüklü ödemeleriniz başlar. Bu toplanan paralar, nerede ve nasıl harcanıyor, kimseler bilmez. ‘Senaryosunu bilmediğim bir oyunda figüran mı oluyorum?’, bir gram bal almak için bir ton keçiboynuzunu yemek zorunda mıyım? gibi sorular insanın kafasını karıştırmaya başlar.
Düzenli olarak seminer ve konferanslara katılanlar, giderek belli konularda eğitilmeye başlarlar. İlgili yayınları ve kitapları okuyarak bir anlamda ‘kendi taşlarını yontarlar.
Gruplaşmak ve bir grubun üyesi olmak, bireylere bazı çıkarları da sağladığından, bu tarz oluşumlar eskiden beri var olagelmekte ve iktidarlara bağlı olarak etkinlikleri artıp azalmakta. Dernekler, vakıflar ve tarikatlar, toplumuzda hep olmuşlardır. Bütün mesele, üyesi olduğunuz kuruluşun amacı ve gittiği yol ve sizin oradaki konumunuzdur. Saygılarımla.