Topluluklar, toplumlar, milletler ve dünya toplumu bireylerden oluşmaktadır. Bireyler olmadan toplumların oluşması söz konusu olamayacaktır. Bireylerin davranışı, özellikleri, birbirlerini etkilemesi toplumların düzenini, davranışını, toplu yaşama kurallarını, bireylerin toplumun diğer bileşenleri ile etkileşimini ortaya koymaktadır. Bireyler bir başağı oluşturan taneler gibidir. Ayrı ayrı ama bir bütünü oluşturan ögeler olarak davranırlar. Her bir tanenin sağlıklı olması başağın ve dolayısıyla ürünün sağlıklı ve istenilen nitelikte olması anlamına gelecektir.
Dünyada iletişim araçlarının çeşitliliğinin artması, iletişim kanallarının iyi çalışması, görsel ve yazılı medyanın yaygın ve kolay ulaşılabilir olması dünyayı küçük bir topluluk haline getirmiştir. Gün içinde ve akşam haberlerinde oturduğumuz yerden binlerce kilometre uzaklıktaki bir ülke, şehir veya küçük yerleşim yerinde neler olup bittiğinden anında haberdar olabilmekteyiz. Artık o kadar ki dünyanın herhangi bir yerindeki bir sıcak çatışmayı, savaşı canlı olarak izlemek mümkün hale gelmiştir. Bu bir avantaj mıdır yoksa değil midir bunu tartışmak beyhude gibi görünmektedir. Evet uzaklardaki her haberi küçük veya büyük, önemli veya önemsiz de olsa çok kısa süre içinde duyup öğrenebilirken içinde yaşadığımız toplumda, kendi yaşadığımız küçük topluluklarda neler olup bittiğinden haberimiz olmamaktadır. Yaşadığımız mahallede, hatta sokakta kimler oturmakta, olumlu veya olumsuz neler yaşanmakta bilgimiz dahilinde olmadığını hepimiz canlı olarak yaşıyor ve biliyoruz. Günümüzde daha da ileri gidersek, yerleşim yerlerinde insanlar tarafından oluşturulan sitelerde bir arada yaşamak durumunda (zorunda! mı desek acaba) olanların bile birbirinden habersiz yaşadığı, selamı sabahı unuttuğu, selamlaşmayı şöyle bir tarafa bırakalım insanların birbirinin yüzüne bakmadığı, gülümsemenin yok olduğu bir dönemden mi geçiyoruz acaba dedirten bir toplumsal yaşamla karşı karşıyayız. “Karşımızdakilere gülümsemenin bir sadaka hükmünde olduğu” mealindeki hadislerle bize Peygamberimiz tarafından bildirilmiş olmasına karşın çok basit, maddi hiçbir tarafı olmayan, çıkar ilişkilerinden uzak böylesine basit ve uygulanması kolay olan “gülümsemeden” bile ne kadar uzak olduğumuzu söylemeye bile gerek yok zannedersem. “Komşuda pişer bize de düşer” deyişi geride kalalı çok oldu herhalde. “Komşu komşunun külüne muhtaçtır” veya “Tahta kapılının altın kapılıya, altın kapılının tahta kapılıya ihtiyacı vardır” gibi atasözlerimize ne oldu? Kitap sayfalarına öylesine yazıldılar ve unutulmak üzere raflardaki yerlerini aldılar, öyle mi? Bireysellik o kadar aldı başını gitti ki başaktaki tanelerin bir araya gelmesi, birbirine destek olması hayalden öte bir şey olmaktan çoktan çıktı. Nerede kaldı komşuluk hakları? Yine bir hadiste Peygamberimiz “komşuyu komşuya varis kılacak sandım” hadisi ile komşuluk haklarının ne kadar önemli olduğunu vurgularken, hemen bunun yanı sıra her hane (ev, aile… adına ne dersek diyelim) önünden, arkasından, sağından, solundan kırk evden sorumludur mealindeki hadisini nereye oturtacağız. Ben 70’li yılların başında ilk okuldan sonra parasız yatılı olarak öğretmen okuluna öğrenim görmeye gittim. Tek iletişim aracı mektuplaşma idi. Köye mektup yazdığımda tüm komşularımıza teker teker selam göndermeyi unutmaz ve ihmal etmezdim. Cevabi mektupta da mutlaka komşularımızdan bana selam gelirdi. Yaz tatiline gittiğimde ise mutlaka evimize “hoş geldin” oturmasına gelirler, durumumu sorarlardı. Şimdilerde bu tür davranışlar gereksiz fanteziler olarak algılanmaktadır.
Bireyselleşme sadece toplum oluşturan fertler arasında değil aile içinde de oluşmaya başladı ve hatta oluştu dersek yanlış söylemiş olmayız. Teknolojinin gelişmesine bağlı olarak aile fertleri arasındaki iletişim eksikliği aile bağlarını kopma derecesine getirdi. Cep telefonları, tabletler, internete bağlı sosyal mecralar, atomlar arasındaki bağların kopmasına benzer şekilde, aile fertleri arasındaki bağları kopardı. Aynı ev içinde birbirinden habersiz, iletişimden yoksun fertler, sıvı ve gaz halindeki maddeler içindeki atom ve moleküllerin birbirinden bağımsız ve ilintisiz hareket edebilmelerine benzer şekilde, bireysel davranmakta günümüzün moda deyimi ile “hayatlarını yaşamaktalar”. Durum bu iken aile yaşamı, bir olma, birlik olma, dayanışma nasıl gerçekleşecek? Bu sorunun cevabını sosyologlara bırakarak devam edelim. Geniş aileden çekirdek aileye geçtikten sonra çocukların eğitimi, sosyalleşmesi ve hayata hazırlanması biraz daha zorlaştı ve bunun sonucunda bireysellik artmaya başladı. Kuşaklar arası bilgi, görgü ve deneyimlerin aktarılması, sevgi ve saygının içselleştirilmesi ortadan kalkmaya yüz tuttu dense yanlış olmayacaktır. Sohbet veya bizim oraların ifadesiyle yarenlik çoktan bittiği gibi büyüklerin masal, hikaye anlatması çocukların dinlemesi daha yakın zamanlarda tarihin çöplüğüne atıldı. Ne kadar yazık! Aile içinde birlikte televizyon seyretmenin bile unutulmaya yüz tuttuğu günümüzde bireyselleşme o kadar arttı ki aile fertleri bile kendi aralarında telefonla, mesajla iletişim kurmaya başladı. Buna kuşaklar arası çatışma demek çok anlamlı olmayacaktır. Her ne kadar aile içinde olmasa da yakın arkadaşlar arasında olmuş bir küçük anıyı anlatmak isterim. Bir işyerinde görev yapan ve idareci konumunda olan arkadaşlarını ziyarete giden birkaç kişiden oluşan yakın arkadaş grubu halleşmek ve dertleşmek (ne yazık ki unutulan bir kavram değil mi dertleşmek?) istemektedirler. Ancak telefon üstüne telefon gelmekte ve ziyaretlerine gittikleri arkadaşlarının bir tam cümlesini duyamadıkları gibi kendileri de bir tam cümleyi ifade etme şansına sahip olamazlar. Ziyarete gidenlerden birisi “ben de telefon edeyim bari de konuşma imkânımız olsun” diyerek latife yapar. Ama herkes bilir ki her şakanın altında yüzde bir de olsa gerçeklik payı vardır. Buradaki gerçeklik payı daha yüksek olsa gerek, öyle değil mi? Film repliklerindeki gibi “ne oldu bize?” demeyeceğim. Olanlar çoktan oldu ve bireysellik rüzgarına her birimiz yenik düştük, tarumar olmuş sonbahar bahçeleri gibi bozulduk, yıkıldık. Cahit Sıtkı Tarancı “Otuz Beş Yaş” şiirinde “… Hayata beraber başladığımız/ dostlarla da ayrıldı yollar bir bir / Gittikçe artıyor yalnızlığımız“ diyerek bireyselleşmeyi, yalnızlaşmayı ne kadar iyi anlatmaktadır. Sadece arkadaşlar arasında değil aile içinde de fertler o kadar yalnız ki, bunun çaresi var mı bilmiyorum. Milyonluk şehirlerde insanların yalnızlık çektiğini anlatan şarkı sözleri ne kadar fazla değil mi?
Toplumda değişik katmalar mevcuttur veya bir başka deyişle toplum katmanlardan oluşur. Her katman kendi içinde veya büyük siteler kendi içinde gettolar oluşturmaktadır. Yunus Emre “Sana İbret Gerek İse” adlı şiirinde “…Bunlar bir vakt beyler idi, kapıcılar korlar idi/ Gel şimdi gör bilmeyesin, beğ hangidir, ya kulları?” diyerek bugüne mi atıfta bulundu acaba? Evet, evet her sitede bir güvenlik görevlisi ve kapıcı (affınıza sığınarak yazıyorum, insanlarımızı kapıcı vb kelimelerle anmak istemem) var ve adeta toplumdan izole olmak amacıyla görünen ve görünmeyen büyük duvarlar örülmüş halde. Sitede oturanların birbirini tanımadığı, komşuluk ilişkilerinin adeta olmadığı sitelerden bahsediyorum. Evet birbirimize zoraki “bey” veya “hanım” olarak hitap ediyoruz, nerede kaldı ağabey, arkadaş, kardeş ifadeleri? Toplumda kendiliğinden oluşan katmanlar arasındaki iletişim yolları tamamen kapanmış durumda. Her katman kendi içinde yalnız, iletişimsiz ve çaresiz. Her katmanın etrafı “Berlin Duvarı” ile çevrilmiş, “Çin Seddi” ile ayrılmış durumda. Sanki katmanlar fanus içinde sesler diğer katmanlara gidemiyor, çığlıklar işitilemiyor. Toplumdaki katmanlar matematikte bileşik kümeleri gösteren “Venn Şeması” şeklinde iken şimdi bağımsız kümeler haline dönüştü. Örülmüş duvarlar arasındaki iletişimi sağlamak amaçlı bazı Sivil Toplum Kuruluşları (STK) olmasına ve kişisel bazı çabaların bulunmasına rağmen duvarlar hala ayrışmayı destekler niteliktedir. Bir kişi ancak duvarda bir matkap deliği kadar yer açabilir, bir STK birkaç matkap deliği açabilecek kapasitededir ama duvar/lar yerinde olduğu gibi durmaktadır. Herkes kendi gettosunu oluşturmak çabasında, nerden ve kimden kaçtığımız belli değil. Toplumlar ve milletler bir bütündür. Ortak değerler bu toplumları oluşturan fertleri bir arada tutar. Yardımlaşma, selamlaşma, hâl hatır sorma, başkalarının derdiyle dertlenme olmadan nasıl bir arada olacağız? Dertleşme tabirini gençler bilmeyebilir. Artık sözlüklerden de çıkmaya başlamış olmalı bu kelime. “Dertleşme” başkalarının dertlerini, sorunlarını dinleme, senin derdini de konuştuğun kişinin dinlemesi ve belki de eğer mümkünse ortak çözüm arama ve bulma. Ne kadar güzel değil mi? Selamlaşmadığımız bir kişinin derdini nasıl dinleyeceğiz, birbirimizi nasıl anlayabileceğiz. Bu bir kültürdür, sosyalleşmenin bir ürünüdür ve tüm bunları toplumumuzda yaşatmak ve nesillerden nesillere aktarmak zorundayız. Aksi halde toplumsal cinnet hâli ortaya çıkacaktır. Gönül yıkmak, insanları küstürmek çok kolaydır, ya gönül yapması? Kırılan bir seramik gibidir gönül, tamir kabul etmez, etse bile eskisi gibi olmaz. Gönül bir sırça köşktür yapmasını bilene. Geçen yıllarda bir tanıdığım “Anne ve Babasıyla anlaşamadığını, ziyaretlerini seyrekleştirdiğini, soğukluğunu onlara da hissettirdiğini” ifade ettiğinde “sen ne yaptın, sırça köşkleri yıkmışsın” dediğimde maalesef anlamayarak “köşkü nerden bulacağız, bizimkisi basit köy evi” demez mi? “Yarabbi ne günlere kaldık” dememek için gelin hep beraber şu görünen ve görünmeyen duvarların hepsini insanların Kasım 1989’da Berlin Duvarını yıktığı gibi yıkalım. Gönüller arasına köprüler kurduğumuz gibi toplumsal katmanlar arasındaki iletişim yollarını da açalım. Bireysellik olabildiğince azalsın, toplumsal cinnet hâli mümkün mertebe ortadan kaldırılabilsin.
Bireyselliğin olmadığı, toplum katmanlarının arasına kalın duvarların örülmediği, mutlu ve refah içinde yaşayan bir toplumun birer fertleri olmak arzu ve dileklerimle saygılar sunarım.