Bünyelerinde farklı kültürleri ve etnik yapıyı barındıran medeniyetler, kendilerini oluşturan asli unsurların kültürlerini, inançlarını aynı potada birleştirmeyi hedefler. Fakat bu çok kültürlülük, o medeniyeti oluşturan asli unsurların dışında kalan dil, ırk, mezhep ve etnik yapılara karşı hoşgörüyü veya kabullenmeyi her zaman sağlamada yeterli olmayabilir. Günümüzdeki şartlar birlikte yaşama kültürüne sahip olmayı, geçmişe göre daha fazla önemli mecburi kılmaktadır.
Kişi ile toplum arasında kurulan aidiyet bağının, o toplumda yaşayan herkesi kapsayıcı biçimde kurulmadığı, sadece belirli bir ırkı, dini, etnik yapıyı veya düşünceyi esas alarak oluşturulduğu durumlarda birlikte yaşama kültürünün zayıf kaldığını görmekteyiz. Birlikte var olma anlayışı; bu farklılıkların aynı toplum içinde birbirlerinin varlığını kabullenmesini ifade eder. Diğer bir ifade ile toplumu oluşturan çoğulcu ana unsurların diğer yapılara hegemonyasının olmamasını ifade eder.
İslam medeniyeti, Müslümanların dışında kalan farklı dinlere mensup kesimler dâhil olmak üzere, toplumun tüm farklı grupların, kuşatıcı bir anlayışa sahip olması ve herkese din, akıl, mal, can ve namus emniyeti sağlamasıyla birlikte yaşama kültürünün medeniyet düzeyinde ideal bir örneğidir. Bu medeniyette diğer inanç mensuplarının da hiçbir baskı ve zorlamaya maruz kalkmaksızın yaşayabilmesini olanaklı kılmaktadır.
Nitekim Kur’an’i Kerimde bu durum çok net bir şekilde ifade edilmiştir;
“Allah’tan başkasına tapanlara (putlarına veya kutsallarına) sövmeyin; sonra onlar da bilmeyerek Allah’a söverler” (En’am, 108).
Bu İlahi mesaj başka din ve inançlara saygı duymayı, farklılıklara karşı şiddet uygulama şöyle dursun, sözle bile saldırıda bulunulmamasını kesin bir ifade ile emretmektedir.
Kur’an’i Kerim başka ayetlerde bu mesajlara net olarak devam etmekte ve;
“Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O’ndan en çok korkanınızdır ” (Hucurat, 13) mesajını çok net olarak vermektedir.
Burada “tanışmanız” şeklinde geçen ifadenin Arapça aslı “tearüf ” kelimesidir. Tearüf, “bir şeyin izi üzerinde derinlemesine tefekkür ederek o şeyin hakikatini anlamak” anlamına geldiği ve kelimenin zıt anlamı ise “karşılıklı olarak birbirini inkâr etmek, yadırgamak ve küçümsemek” anlamına geldiği ifade edilmektedir ki farklı inançlara saygı göstermeyi, yadırgamamayı ve küçümsememeyi emretmektedir.
Acaba biz İslam dininin farklı inanç, düşünce ve ırklara bakışı ve yaklaşımını ortaya koyduktan sonra konuya farklı bir pencereden girerek biz toplum olarak bu mesajların neresinde yer alıyor veya net olarak çizilen bu yolun neresinde yol almaya devam ediyoruz? Acaba sadece biz Müslümanlar için değil toplumun yapısını oluşturan tüm farklı düşüncelerin bu çizilen net çizginin neresinde duruyoruz? Bunun da net olarak sorgulanması gerektiğine inanıyorum.
Evet, bizler dünya denen geçici mekânda takdir edilen zaman dilimi içinde bir misafir misali, bu kervansarayda konaklamaya çalışıp bu süre sona erdiğinde ise ebedi yerleşkemize doğru yol almaya devam edeceğiz. Aslında hem seyahat, hem de ticaret mekânı diyebiliriz dünyaya. Veya dünya hayatını Kur ani Kerimin ifadesi ile ‘‘Bir Oyun ve eğlenceden ibaret olduğunun’’ (Enam 6/32) ama Allah’a ibadet ve emirleri doğrultusunda yaşamanın yaradılışın ana sebebi olduğunun da unutulmamasının gerekliliğinin bilinmesini hatırlamamız gerekmektedir. Bu durumun da İslam medeniyetinin şekillenmesini sağlayan etkenlerden biri olduğunu görmekteyiz.
İyi bir tüccar önerilen direktifler doğrultusunda ticaret yaparsa yerleşik mekânına huzurla varırken, aksi durumda iflas etmiş tüccar misali ana mekânına varacaktır.
Bu kervansaray, farklı renklerin, farklı dillerin, düşüncelerin, kötü ile iyinin, zararlı ile zararsızın birlikte konakladığı bir mekândır. Allah’ın yeme, içme, dolaşma, çalışma, kısaca yaşama hakkını verdiği bir mekân… Yukarıda da belirttiğimiz gibi bütün bu gerçekler net olarak ortada iken bütün kültürlere, bireylere verilen bu hakları nasıl yok sayar, çatışmalarla, kavgalarla zamanımızı harcarız? Rahman sıfatıyla dünyadaki bütün canlıların bu manadaki haklarını veren Yaradan’ın aksine nasıl hareket edebiliriz?
Huzurun, mutluluğun anahtarı; topluma topyekûn zarar veren düşüncelerin bertaraf edilmesi, birlikte yaşama ve birbirimizin düşüncelerine, inancına, siyasi görüşüne en azından saygılı olmayı bilerek, ama fikir bazında medeni bir şekilde tartışarak yaşama kültürünü, edebini öğrenmektir. Birbirimizi rencide etmeden, küçük düşürücü davranış ve fikri hezeyanlardan kaçınarak, birbirimize saygılı olmaktır.
Özellikle ülkemizin dâhili ve haricî bu kadar düşmanı varken birbirimize düşmanca davranışlarımız, geleceğimize, bu güzel vatanımızın istikbaline zarar vermekten başka bir faydası olamaz ve olmayacaktır. Geçmişin yaşanmış bu manadaki kavgaların bugün yaşamın her alanında negatif etkisini görmekteyiz ve yaşamaktayız. Birbirimizi ötekileştirmeden, bu ülkenin ferdi olduğu için ve insan olduğu için değer vermeye başladığımız zaman mutluluğu yakalarız.
Kamplaşmayı, ötekileştirmeyi bıraktığımız takdirde huzura varırız. Kendimizi sevmeye başladığımız ama başkalarına da değer vermeyi ve sevmeyi öğrendiğimiz zaman güleriz.
Mevlana, günümüzde insanların muhtaç olduğu sevgi, birlik ve barışı eserlerinde en güzel şekilde dile getirmiştir. Yaratandan ötürü yaratılmışı seven ve hoş gören bu yüce kişiliğin fikirlerinin sevgi, barış ve kardeşliğe hasret olan dünyamızda ve özellikle ülkemizde yayılmasına bugün daha fazla ihtiyaç duymaktayız. Geçmişlerin ifadesi ile sağ el, ne diye kendi solunu hor görür ki? Her ikisi de senin elin değil mi ki; uğurlu ne demek, uğursuz ne demek?
Artık şu benliklerimizden kurtulup, herkesle barışıp, kaynaşalım. Kendimiz yalnız kaldıkça bir habbeyiz, bir zerreyiz ancak herkesle birleştik mi, kaynaştık mı ummanız, madeniz. Aslında bu güzel vatanın sahipleri veya bireyleri olarak böyle olmalıyız. Böyle olmak yakışır bize. Tüm dünyaya ancak geçmişte atalarımız gibi böyle örnek oluruz.
Fakat sosyal medyada bu ruhu bozan paylaşımlar, siyasi çekişmeler, hakaretler, kişilerin inanç değerlerine olan saldırılar ve tahammülsüzlükler ,”Biz ne zaman adam olacağız?” sorusunu akla getiriyor. Gençliğimize, çocuklarımıza bırakacağımız bu kötü miras, onların geleceğini yok etmekte, umutsuz, mutsuz, amaçsız ve gayesiz bir neslin yetişmesine yol açacağı inkâr edilemez bir sonuç olacaktır.
Ruhumuza musallat olan, bizi kavgaya yönelten, birliğimizi bozan ayrıştırıcı virüsten de kurtulmamız gerekmez mi? Gelin kardeş olalım, arkadaş olalım, bir olalım, cana can olalım, yoldaş olalım birlikte olalım. Gelin bu hafta kırdıklarımızı, küstürdüklerimizi kucaklayalım. Gelin bu hafta farklı olalım, farklı düşünelim, gönül alıp, gülümseyelim bütün renklere, gül alıp gül verelim. Çünkü bizim medeniyetimiz, barış, huzur ve birlikte yaşamak konusunda örnek bir medeniyettir.
Mevlana’nın deyişiyle ‘Sevdiklerinize gül verin, gülünüz yoksa gülüverin.’
Bütün insanlığa gülüverme dileğiyle…