Bugün dünyanın birçok ülkesinde ve Türkiye’de yapılmakta olan organ aktarmaları, gerek tıp gerekse başta hukuk olmak üzere bütün sosyal bilim alanlarında geniş çapta yankılar uyandırmaya devam etmektedir. Nitekim hekimlik tarihinin büyük kişileri olan Hippokrat (MÖ 460-377) ve İbn Sina’dan (980-1037) beri kendisini insanlığın sağlığına adamış olan modern çağın hekimleri, insan hayatını kurtarabilmek için hem bu uygulamaları yapmakta hem de bu yöntemleri uygularken bazı yasa ve kurallara uymak zorunda kalmaktadırlar. Yine organ aktarmaları çağımızın en önemli buluşu olarak görülmektedir ve bu buluşta bu işin ticaretinin yapılması çok kötü bir durumdur.
Gazete ve diğer yayın organlarında organ ticareti ile ilgili haberler bizi hayrete düşürmektedir. Geçenlerde organ ticareti yapan bir organize suç şebekesinden söz edilmekte ve bu grubun içinde savcı, hekim gibi insana değer veren mesleklerden kişilerin de bulunduğu bildirilmekteydi. İşin en feci yanı da bir Türk doktorun aralarında bulunmasıydı. Haberi esefle karşıladım. Organı alınacak kişiler çok düşük gelirliydi ve bunlar para karşılığı organlarını veriyorlardı. Suçlular bir dış ülkede yargılanacaklardı.
2004’te Japonya’da davetli konuşmacı olarak katıldığım ve Tsukuba Üniversitesi tarafından düzenlenen bir kongrede bu sorunlar derinliğine tartışıldı. Daha sonra bu konu Tıp Etiği ve Tıp Hukuku Derneği’nin Antalya’da düzenlediği 1. Uluslararası Tıp Etiği ve Tıp Hukuku Kongresi’nde de 3 gün boyunca ele alındı. Doğaldır ki bu konu ile ilgili yurt içi ve yurt dışında daha birçok toplantı yapılmaktadır.
2238 sayılı ve 29.5.1979 tarihli “Organ ve Doku Saklanması ve Nakli Hakkındaki Kanun”la organ ticareti yasaktır.
“Ceza Hükümleri Yasak Eylemler:
Madde 15: Bu kanuna aykırı şekilde organ ve doku alan, saklayan, aşılayan ve nakledenlerle bunların alım ve satımını yapanlar, alım ve satımına aracılık edenler veya bunun komisyonculuğunu yapanlar hakkında, fiil daha ağır bir cezayı gerektirmediği takdirde iki yıldan dört yıla kadar hapis ve 50 bin liradan 100 bin liraya kadar ağır para cezasına hükmolunur.”
Bu arada 5237 sayılı ve 26.9.2004 tarihli Türk Ceza Kanunu’nun 91., 92. ve 93. maddeleri maddeleri, organ nakli ile ilgili olarak yasalara uymayanlar hakkındaki cezalardan söz eder:
“Organ veya doku ticareti
Madde 91- (1) Hukuken geçerli rızaya dayalı olmaksızın, kişiden organ alan kimse, beş yıldan dokuz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Suçun konusunun doku olması hâlinde, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
(2) Hukuka aykırı olarak, ölüden organ veya doku alan kimse, bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(3) Organ veya doku satın alan, satan, satılmasına aracılık eden kişi hakkında, birinci fıkrada belirtilen cezalara hükmolunur.
(4) Birinci ve üçüncü fıkralarda tanımlanan suçların bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi hâlinde, sekiz yıldan on beş yıla kadar hapis ve on bin güne kadar adli para cezasına hükmolunur.
(5) Hukuka aykırı yollarla elde edilmiş olan organ veya dokuyu saklayan, nakleden veya aşılayan kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(6) Belli bir çıkar karşılığında organ veya doku teminine yönelik olarak ilan veya reklam veren veya yayınlayan kişi, bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(7) Bu maddede tanımlanan suçların bir tüzel kişinin faaliyeti çerçevesinde işlenmesi hâlinde, tüzel kişi hakkında bunlara özgü güvenlik tedbirlerine hükmolunur.
(8) Birinci fıkrada tanımlanan suçun işlenmesi sonucunda mağdurun ölmesi hâlinde, kasten öldürme suçuna ilişkin hükümler uygulanır.
Görüldüğü gibi cezalar insanların suç işlemesini önlemek içindir. Ancak hekimlik gibi yüce bir mesleğin sahibi olan bir doktorun en önemli özelliği de vicdanlı olmak ve manevi değerlerle dolu olarak hastasının yanında bulunmaktır.
Hastanın karar vermesi esasına dayanan ve insan onurunu ve bütünlüğünü ve korumayı hedefleyen bilgilendirilmiş izin veya kabul, hekim-hasta ilişkisinin temelini oluşturmaktadır. Tıbbi müdahalede hastanın, veli veya vasisinin onayının alınması yasa gereğidir (1219 s.k. 70. md). Onayın alınması, insana verilen yüce değerden ve diğer taraftan da kamu düzeni açısından değerlendirilmelidir. Tıbbi uygulamalar, kişilik hakkını ilgilendirdiğinden ve her an tehlike yaratma olanağı bulunduğundan, bunların gerçekleşmesine karar verme yetkisi hekime değil, müdahaleye maruz kalacak hastaya aittir. İşte bu herkesçe bilinen açıklamalardan sonra aydınlatılmış veya bilgilendirilmiş onay, kabul veya izin kelimelerinin bu ilkeyi adlandırmakta daha doğru olduğu kanısındayız.
Tıbbi Deontoloji Nizamnamesi’nin 2. maddesine göre insanın sağlığını korumak ve devam ettirmek olan tıp biliminin genel kuralları, böyle bir durumda onay olmaksızın müdahaleyi gerekli kılmaktadır.
Bu arada Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun’un 70. maddesinde: <