Bilim çevreleri tıptaki gelişmeleri, yeni teknolojileri ve tedavileri dünyanın her yerinde saygın bilimsel dergilerden takip ederler. Bilim adamları da buluşlarını bu dergiler aracılığıyla kamuoyuna duyururlar. Ülkemizde ise birçok yeniliği basın aracılığı ile öğreniyoruz.
Saygın bilim adamlarını bundan tenzih ederim, ancak gün geçmesin ki, bir gazetede ya da televizyon ekranlarında bir meslektaşımız “ilk kez kendisi tarafından gerçekleştirilen” bir yöntemi anlatmasın. Uluslararası bilimsel dergilerde çoğu kez ne yazık ki bu “harika yöntem” yer alamıyor.
Bu yaz sonu da, yazılı basınımız iki konuyla çok yakından ilgilendi. Bunlardan biri “Dünyada ilk rahim nakli” ameliyatı idi. Bütün gazeteler ve televizyonlar günlerce bu konuda haberler yaptılar. Birçok meslektaşımız da haklı olarak, ellerindeki literatür verilerine dayanarak ilk rahim nakli operasyonlarının çok uzun yıllar önce yapıldığını gösterdiler. Antalya’da bu operasyonu gerçekleştiren meslektaşlarımız, bu başarılarını medya mensuplarıyla değil, bizlerle yani meslektaşları, bilimsel dergi editörleriyle paylaşsalar ve çıkıp bir kongrede sunsalardı, hem bilim çevrelerinden hakettikleri karşılığı alırlar hem de merak etmesinler, basın onları hemen arayıp bulurdu.
Konunun daha önemli bir boyutu da var. Bilindiği üzere, organ nakli ameliyatlarının tek bir başarı kriteri vardır. O da nakledilen organın çalışması, işlev görmesidir. Nakledilen rahmin işlevi ise gebe kalıp, çocuğu doğurabilmektir. İşte bu henüz hiçbir yerde gerçekleşemedi. Bazı hayvan deneyleri hariç, insanda nakil sonrası bildirilen bir doğum yok literatürde. Kaldı ki, burada başka bir sorun daha ortaya çıkıyor. Bu da, organ transplantasyonu sonrası verilen immünsüpresif ilaçların olası gebelik üzerindeki teratojen etkileridir.
Medyanın Temcit Pilavı gibi tekrar tekrar ele aldığı diğer konu da “Kanser hastalarında Zakkum tedavisinin Amerika Birleşik Devletleri’nde onaylandığı” idi. Bu konuda yıllar önce de Medimagazin’deki köşemde yazmıştım. Kısaca hatırlatayım, 1980’li yılların ortalarına doğru “Zakkum Mucizesi” adıyla başta TRT olmak üzere tüm medyada günlerce yayınlar, röportajlar yapılmış ve Marmarisli bir meslektaşımızın zakkum bitkisinden ekstrakte ettiği ilacın pek çok kanser hastasını iyileştirdiği haftalarca yazılı ve görsel basında yer almıştı.
Bunu duyan pek çok kanserli hasta tüm tedavilerini keserek Marmaris’e koşmuş ve bu mucizevi (!) tedaviye başlamıştı. Ne yazık ki bu yüzden pek çok hastamızı kaybettik. O yıllarda başasistan olarak çalıştığım Ankara Tıp Fakültesi Onkoloji Bilim Dalındaki over kanserli hastalarımızdan pek çoğunu, Marmaris dönüşü ya zakkumun toksisitesinden ya da tedaviyi bırakmalarından dolayı kaybedişimiz hiç gözümün önünden kaybolmadı.
Sonuç olarak söylemek istediğim, tıptaki yeni buluşların yeri bilim platformlarıdır, medya değil. Henüz bilimsel olarak kanıtlanmamış tedavi ve tekniklerin medyada yer alması, konudan habersiz ve masum hastalara gereksiz yere ümit vermekten başka bir işe yaramayacaktır.