Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 21 Ekim 2014 tarihinde verdiği karar ile Devletimizin başvuru yapan kişiye 65.000 avro manevi tazminat ödemesine hükmetmiştir. İhlalin tekrarlanmaması için alınması gereken önlemleri içeren eylem planı veya eylem raporu sunulmasını talep etmiştir.
Tazminata neden olan olayın benzerlerine hiçbirimiz yabancı değiliz: Gümüşhane Devlet Hastanesinde doğan 36 haftalık prematüre bir bebek, doğumundan kısa bir süre sonra solunum sıkıntısı yaşadığı için yenidoğan yoğun bakım ünitesine ihtiyaç duyulmuş. Bu ilde yenidoğan yoğun bakım ünitesi olmadığı için 110 km uzaklıktaki üniversite hastanesine ambulans ile sevk edilmiş, ancak burada da yer olmadığı söylenerek, aynı ildeki kadın doğum ve çocuk hastanesine yönlendirilmiş. Fakat orada da boş kuvöz olmadığı için üniversiteye geri gitmeleri istenmiş. Üniversite tekrar yer olmadığı gerekçesi ile kabul edemeyeceğini belirtmiş. Tekrar kadın doğum ve çocuk hastanesine götürmeyi denerlerken bebek ambulansta hayatını kaybetmiş.
Bu olay aslında 2008 yılında gerçekleşiyor. O dönemden bu yana yenidoğan yoğun bakım üniteleri ve kuvöz sayısında belirgin artışlar olsa da benzeri sevk sorunları hâlen yaşanıyor. Bu hastaların nakillerinde görev yapan ambulans personeli ile bu hastaların hastaneye giriş kapısı olarak görülen acil servis personeli arada kalıyor; ister istemez hukuki ve idari sorumluluk bu personele de kalıyor.
Sağlık Bakanlığı aldığı karar ile tüm illerde sevk edilen hastaların kayıt altına alınmasını istedi. Ancak bir nokta göz ardı edildi ki, bu en önemli nokta idi: Kayıt altında olmayan sevkler.
Sevkler ile ilgili düzenlemelere, kapatılan sağlık ocaklarının ve sağlık hizmet sunumunun tanımlandığı 224 sayılı Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Hakkında Kanun’dan itibaren aşinayız. İptal edilen bu kanunda, basamak sistemi tanımlanmış, yetersizlik var ise Ek 19 formu ile hastanın üst merkeze gönderilmesi belirtilmiş ve polikliniklerde randevu aranmaksızın hastanın değerlendirilmesi istenmiştir. Formun bir nüshasının da sevk eden doktora geri yollanması istenmiş ki, birinci basamak hekimi gönderdiği hastanın ileri tetkik ve tedavisi konusunda bilgi sahibi olabilsin.
2000 yılında yayımlanan Acil Sağlık Hizmetleri Yönetmeliği ile acil durumlarda hastaneler arası hasta sevkleri tanımlandı. Yer olmadığı gerekçesi ile sayısı giderek artan sevkler sonrası, Sağlık Bakanlığı çok sayıda genelge yayımladı. Sevk denetleme kurulları oluşturuldu. Hasta kendi isteği ile bile gitmek istese sevk sürecinin uygulanması gerektiği yazıldı. Son nokta, Başbakanlık Genelgesi ile kondu. Ancak mevzuata uygun işleyiş maalesef hâlen yapılmıyor; mevzuatı uygulama ve uygulatmada ciddi sorunlar var. En önemli sorun “sevk” tanımının henüz netleşmemesidir. Neden hastaneler arası bu kadar hasta sirkülasyonu olduğu, bu sorunun nasıl giderileceği ise hâlen kimsenin ilgi alanında değil!
Her ne nedenle olursa olsun, herhangi bir sağlık kurumundan başka bir sağlık kurumuna hasta gönderiliyor ise bunun adı “sevk” olmalıdır. Hastanın klinik durumu veya hangi araç ile gidebileceğinin önemi yoktur.
Günümüzde hastayı mevzuata uygun sevk etmek yerine bahaneler ile mevzuatın etrafından dolanmak âdet hâline gelmiştir:
“Sen şimdi poliklinikten randevu alamazsın, acil servisten giriş yap.”
“Senin tedavin orada daha iyi yapılır, şuraya imza at, kendi imkânların ile başvur.”
“Biz seni yatırdık, tetkikleri yaptık ama elimizdeki imkânlar bu kadar, seni taburcu edelim, üniversiteye gidin, acil servisten giriş yapın, orada yatırsınlar.”
Bu tavsiyelere de hiçbirimizin yabancı olmadığını düşünüyorum.
Hastanın başka kuruma gitmesi aciliyet içeriyorsa ve acil servisten giriş gerekli ise bu acil bir sevktir. Mevcut mevzuat çerçevesinde işleyiş yürümelidir. Aksi davranan kişilere herhangi bir yaptırım yapılmadıkça sevk sorunu giderek artacaktır.
Hastaların sevk endikasyonları da detaylı bir şekilde sorgulanmalıdır. Küçük hastanelerde uzman eksikliği gibi gerekçeler kabul edilebilir. Bu nedenle hastaneler kapasitelerine göre sınıflandırılmalı, acil durumlarda sevk sürecinin nasıl yürütüleceği ülke düzeyinde tanımlanmalıdır. Ancak, uzman ve ekipman olduğu hâlde neden bu kadar çok sevk yapılmaktadır? Sevk kararı veren uzmanın ne eksiği vardır ki hasta üst merkeze gönderilmektedir? Günümüzde tetkik ve tedavi olanakları için her türlü ekipman hastanelerce temin edilebilmektedir. Eksiklik bilgi noksanlığı mıdır, yoksa zor hasta ile uğraşmayı istememek ya da tıbbi hatadan kaçmaya çalışmak mıdır gerçek neden? Sevk eden hekimlere geri bildirim ile hasta sonucunun bildirilmesi süreci getirilse zaman içinde gereksiz sevkler azalacaktır.
Acil servisler zaten kapasitesinin üstünde çalışıyor ve her türlü suistimal içinde kullanılıyor. Acil hastalar yetmiyormuşçasına, “darp cebir raporları” gibi pek çok uygulama acil servislere yıkılmış durumda. Sağlık hizmetlerinin sunulmasındaki bu gibi angaryaları çözemez iken, hekimler olarak bizler de hastaları acil servis yoluna yönlendirirsek, yarın kendi başımıza bir şey geldiğinde ulaşabileceğimiz acil servis ve bize bakacak sağlıklı hekimler bulamayacağız.