Etik, temellendirilmiş sonuçlara varmayı amaçlar; dolayısıyla ne ahlakileştirme ne ideolojiye dönüştürme ve ne de dünya görüşü ortaya koyma gibi bir amaca sahiptir. Konusuna, yani ahlaki eylemlere belirli bir yöntem kullanarak yaklaşmaktadır.
Etiğin dayandığı, hatta dayanmak durumunda olduğu temel koşul, “iyi niyet”tir. İyi niyet, burada, kişinin argümanları kabullenmeye ilkesel olarak hazır olmasının ötesinde, iyi olarak kabul edileni fiilen kendi eylemlerinin ilkesi haline getirmesi anlamına gelmektedir. Bakış açısını sorgulamayı daha en baştan istemeyen kişide, farklı nedenlerden dolayı iyiyi isteme iradesi, yani iyi niyet eksik olabilir.
Çeşitli etik tipleri içinde biyoetik çok önemlidir. Çünkü biyoetiğin konusu
hayattır ve sadece tıp etiğinin ana konusu olan insan hayatı değil, doğada var olan tüm organizmaların hayatıdır.
Biyoetik, özellikle moleküler biyologları ikileme sürükleyen ve üzerlerine kuşku düşüren modern gen teknolojileri aracılığıyla gündeme geldi. Başlangıçta yalnızca araştırmalarda yeni perspektifler açmak amacıyla değil; insan, hayvan ve bitkilerin daha iyi yaşama kalitesine ulaşmaları için kalıtımın özünü iyileştirmek amacıyla geliştirilen gen teknolojileri, günümüzde giderek endişeyle karşılanır oldu. Çünkü kötüye kullanılma ya da önceden görülmeyen zararlara yol açabilme olasılıkları nedeni ile tehlikeli olmaları söz konusudur.
Reinhard Löw, “Biyolojide ahlâkın yeri yoktur.” görüşündedir, ama yine Löw’e göre buradan, biyolojik araştırmalara ahlaki talepler yöneltilemeyeceği sonucu da çıkarılamaz. Yararlı bitkilerin genetik donanımının açlıkla mücadele için iyileştirilmesi ve mikroorganizmaların (kanserin, AIDS’in vb. tedavisi için) gen teknolojisiyle değiştirilmesine bakarak iyi amaçların gene de araçları kutsallaştıramayacağını söyleyen Löw, bu girişimlere itiraz etmektedir; Löw, etik açıdan yapılabilir olanı yasak olandan (kopyalama, insan-hayvan karşımı yaratık üretme, embriyonları kullanan araştırmalar vb.) ayırmak için eldeki malzemeyi titiz bir şekilde değerlendirmek gerektiğini söylemektedir.
“Gen teknolojilerinin yarattığı fırsatlar ve tehlikeleri” hakkında çalışmalar yapan 10. Alman Meclisinin Araştırma Komisyonu da, raporunda benzer argümanları dile getirmektedir. Bu raporda teknolojinin sonuçlarını tahmin etmek için esaslı bir yöntemin uygulanması istenirken, özellikle de kalıtım genine müdahalenin, çalışanların genom analizlerinden geçirilmesinin, ayrıca, gen teknolojisiyle değiştirilen mikroorganizmaların denetimsizce serbest bırakılmalarının ve gen teknolojisinin askeri amaçla kullanılmasının (biyolojik silahlar) yasaklanması tavsiye edilmektedir.
Bugün gen terapisi, tıp uygulamalarını kökten değiştirebilecek bir araç olarak görülüyor. Kamuya gen terapisinin, aşılar, antibiyotikler ve organ nakilleri yanında yerini alarak Batı tıbbının büyük bilimsel zaferlerine katılacağı mesajı veriliyor. Gen terapisi ve hastalıklara “genetik” yaklaşımdan yana olanlar, bu alanlardaki son gelişmeleri, ölüm oranlarında 20. yüzyılda gerçekleşen düşüşle özdeşleştirilen aşılar ve antibiyotiklerle eşdeğer tutuyorlar.
Genetik araştırmalara karşı giderek artan ilgi, kimilerine göre, birçok araştırmanın toplum sağlığı açısından anahtar belirleyiciler olarak gösterdiği toplumsal etkenlerin göz ardı edilmesine yol açmaktadır.
Bir bireyin hastalığı yaşaması, hastalığın duygusal etkisi, iş yaşamına etkileri, hastalığa yakıştırılan etiket ve tedavinin maliyeti gibi pek çok sosyal ve psikolojik öge içermektedir. Hastalığın bu önemli yönleri, genetik düzeyine sıkı sıkıya bağlı kalmaya çalışan yaklaşımlarca görmezden gelinebiliyor. Eğer hastalıklar gen terapisiyle sağaltılabiliyorsa, hastalığın çevresel etkenleri pek çok kişi için önemini yitirecektir. Hem kalıtımsal hem de çevresel tüm etkenlerin hastalıkta önemli bir halka oluşturduğu söylemi ise bu yaklaşımın yanında sönük kalacaktır.
Biyoetik, gerek insan hayatının gerekse de insan özgürlük ve onurunun, bilimsel araştırmalarda, sonuçları tahmin edilemeyen modern teknolojiler nedeni ile tehlike altına girdiği her yerde gereklidir. Teknoloji sayesinde yapılabilir ve mümkün olanın peşine çılgınca takılıp sorumsuzca davranmak yerine, genelin çıkarını dikkate alarak teknolojik müdahalenin sınırlarının çizilmesi şarttır.