Uzun süredir yazmak istediğim bir konuda biri yerli diğeri yabancı iki yayını birden önümde bulunca, ben de bir şeyler yazmaya karar verdim. Bunlardan birincisi “New Scientist” dergisinde yayımlanan ve daha ziyade İngiltere’deki durumu dikkate alarak biyoterör konusunun olduğundan daha fazla abartıldığı fikrini işlemeye çalışan yayındır (Bioterror is not the biggest thteat from bird flu. Newscientist, No: 2853, 22. 02. 2012). İkincisi ise Sayın Doç. Dr. Hilal Özdağ tarafından kaleme alınan ve evrensel biyoterörizmin yanında Türkiye’nin de hem genel durumunun hem de güvenlik zaaflarının oldukça kapsamlı bir şekilde işlendiği “Ulusal Güvenlik ve Genetik” konulu yazıdır (http://www.21yyte.org/tr/yazdir6259-UlusaGuvenlik-Ve-Genetik.html). Bu konuda ayrıntılı bilgi edinmek isteyenler bu yayınlardan yararlanabilirler.
Genom Projesi denen ve insanoğlunun yıllardır hayalini kurduğu projenin 21. yüzyıl başında iki süper devlet başkanı tarafından eş zamanlı olarak tüm dünyaya duyurulması ile birlikte hem sevinilen hem de korkulan pek çok buluş birbirini izlemeye başlamıştır. Bunlardan biri de biyoterörizm ajanları arasına genetiği değiştirilmiş biyolojik materyalin de eklenmiş olmasıdır. A, B, C diye kategorilere ayrılan biyoterörizm ajanları bundan sonra belki yeni bir sınıflandırmayı gerektirecektir. A kategorisindeki (örneğin; Şarbon hastalığı, Bacillus anthracis) ve B kategorisindeki (örneğin; Brusellozis hastalığı, Brucella species) nisbeten daha iyi bilinen biyoterör ajanlarıdır. C kategorisindeki ajanlar ise (örneğin; Grip, H1N1) çok daha kolay bulunan ve bir o kadar da değiştirilme imkânı veren ajanlardır.
Artık bütün dünyada 20. yüzyılın fizik yüzyılı olduğu ve 21. yüzyılın da biyoloji yüzyılı olacağı hususunda hemen hemen fikir birliği bulunmaktadır. TÜBİTAK’ın öncülüğünde hazırlanan Türkiye’deki bilimsel çalışmalar bakımından nerelerde olduğumuza ilişkin değerlendirmelerin yanında ne gibi artılarımız ve eksilerimiz olduğu hususundaki “Vizyon 2023” raporu Türkiye açısından manzarayı olanca çıplaklığı ile ortaya koymaktadır. Bazı kötümser kimselerin aksine ben Türkiye’de un, şeker ve yağın olduğuna inananlardanım. Helvanın da en iyisini, her kademede görülen dağınıklığımızın önüne geçerek, güçlerimizi birleştirdiğimiz takdirde yapabileceğimizi iyi biliyorum.
Yukarıda sözünü ettiğim birinci yayında her ne kadar İngiltere açısından durumu abartmamak gerektiği yönünde bir saptama varsa da, özellikle 11 Eylül 2001 tarihindeki İkiz Kuleler saldırısından sonra gerek Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’nde gerekse İngiltere’de biyoterör konusunda çok önemli önlemler alınmış ve yatırımlar yapılmıştır. Nitekim ABD Ulusal İsihbarat Konseyi tarafından Kasım 2001 tarihinde hazırlanan rapora göre ABD’nin dünya liderliğini devam ettirebilmesi için şu konuların özellikle çok önemli olduğu vurgulanmıştır: Biyoteknoloji, nanoteknoloji, gen tedavisi ve kablosuz iletişim. Keza ABD’nin 2020 projeksiyonu biyoteknolojinin önemini ayrıca vurgulamaktadır.
Türkiye’deki duruma gelince; öncelikle bu konuda bir bilgiye sahip olmamama rağmen halen bireysel çabaların sürdürüldüğünü sanıyorum. Yapılacak şey, hem biyoterör konusunda hem de bilimsel çalışmalar konusunda ilgili otorite, yani devlet gerekli önlemleri almalıdır. Doğruluğu bilinmemekle birlikte, etrafımızın biyolojik silah depoları ve deneyimleri olan ülkelerle çevrili olduğu gerçeği unutulmamalıdır. Yapmamız gereken saldırıya uğramadan, saldırıya uğrayacakmışız gibi gerekli önlemleri almaktır.
Yeni bir konuda buluşuncaya kadar esen kalın, sağlıklı kalın.