Kürsüdeki konuşmacıların, ‘Gelişmekte olan ülkeler arasında’ şeklinde başlayan cümlelerini, hep duyarız. Kaç yıldır? Kendimizi bildik bileli diyelim. Balkan, 1. Dünya, Çanakkale ve muhteşem Kurtuluş savaşlarımızdan sonra, yeni kurulan cumhuriyetimizin ilk yıllarında, geri kalmış, hatta özellikle geri bırakılmış bir ülke görünümünde idik. Fabrikalarımız yoktu. El tezgahlarında olan üretimimiz ise, çok azdı. Osmanlıdan kalan saraylarımız vardı da, şeker fabrikamız bile yoktu. Sonra ne mi oldu. Ülkede büyük bir kalkınma hamlesi başlatıldı. Hem de dışarıdan bir kuruş borç almadan.
Vatandaşlarda para olmayınca, fabrikaları önce devletimiz yaptı. Demiryollarını geliştirdi. Ülkemizde sanayi seferberliği oldu. Önceleri kapital, sadece devlette bulunuyordu. Zamanla vatandaşların bir kısmında da oluşmaya başladı. Yavaş yavaş, özel sektör de yatırım yapmaya başladı.
Gelişmeye başladık ve böylece, ‘gelişmekte olan’ bir ülke haline geldik. Kimine göre çok partili yönetime geçtiğimizden beri, başkalarına göre de cumhuriyetimizin kuruluşundan beri ‘gelişiyoruz. Neredeyse, üzerinden yüz yıl geçmiş ve biz hala ‘gelişmekte olan’ bir ülkeyiz. Yok, sanayileşmiş ilk yirmi ülke arasındaymışız. İtalya ile, aramızda şu kadar yıl kalmışmış vs. Geçelim arkadaşlar bunları. Kendi kendime soruyorum, ‘gelişmekte olduğumuz kavramı’ ne zaman bitecek ve biz ne zaman gerçek anlamda gelişmiş ülke olacağız, işte orası pek belli değil. Gelişmiş ülkelerle olan aramızdaki fark kapanıyor mu, ayni mi kalıyor yoksa fark giderek açılıyor mu?
Ülke olarak, bizim hangi sanayi kollarına önem vermemiz gerekiyor? Elektronik mi, optik mi, otomotiv, kimya, silah ya da ilaç mı, hangisini ön planda tutacağız. Bakın bunların arasında, tekstili saymıyorum. Onu, biz zaten yapıyoruz da, hala işin moda kısmına bir türlü geçemedik. Modasını yapabilsek, bugün bire sattığımızı ona yirmiye, satabileceğiz. Ancak, her nedense bir türlü olmuyor. Tekstilde rakiplerimiz, Çin, Hindistan, Vietnam, Bangladeş gibi, ucuz işgücü bulunan ülkeler. Eh bizde de işgücü hayli ucuzlamış durumda.
Atalarımız Osmanlılar zamanında, Hereke halı, Feshane yün, Bakırköy bez ve Beykoz Deri Fabrikası’ndan başka fabrikamız yoktu. Geçmişte, Osmanlı ordusunun kullandığı silahların tamamı ithaldi, savaş gemilerimiz bile gelişmiş ülkelere yaptırılıyordu. Bir zamanlar, bizim tütün tarımımız vardı. Pek çok çiftçi ailesi, tütünden para kazanırdı. Devletimizin kurduğu sigara fabrikalarımız vardı. Tekel idaresi, özelleştirilip satılınca bir kaç el değiştirdikten sonra yabancılar aldı ve sigara fabrikalarımızı, herkesin gözüne baka baka kapatıverdi. Kendi topraklarımızda, ektiğimiz tütünü işleyecek, milli sigara fabrikalarımızı, neden yeniden kuramıyoruz? Kimler buna engel oluyor. Hani bizim tütünümüz, dünyanın önde gelen tütünleri arasındaydı. Bitlis, Adıyaman tütünü adlarıyla ünlüydüler! Sigara yapmak çok mu zor.
Artık endüstride olduğu gibi, tarım ve hayvancılıkta da, daima bilimsel metotlarla üretmeliyiz. Ne kadar ucuza mal edebilirsek o kadar fazla kazanırız. O halde her üretimin bilimsel bir dayanağı olduğunun bilincinde olarak, dünyadaki yenilikleri günü gününe takip etmeliyiz. Kanunlarımız, üretim, üretici ve ihracatı koruyacak şekilde yeniden düzenlenmeli. Üreticinin ihtiyacı olan, hammadde, yem ve gübreyi, ülkemizde ve yeterince üretebilmeliyiz.
Yaşantım boyunca, daima üretim ve üretenden yana olmuşumdur. İthalatçılara bir türlü kanım ısınmıyor. Bir şirket düşünün, kırk yıldır ithalatçı, üretim için kılını bile kıpırdatmıyor. ‘Kendi firmanız dışında, ülkeye ve insanımıza ekstra ne yararınız var’ diye hep sorarım. Yıllar içinde, ithal ettiklerinin en azından bir kısmını ülkemizde de üretmek için çaba gösteriyorlarsa, bürokratik engeller kaldırmalı, önleri açılmalı, devlet ve millet olarak, yardımlar esirgenmemeli, üretimlerini ve yaptıklarını teşvik ve takdir etmeliyiz.
Yabancılar sattıkları malın, ülkemizde de üretilmesini hiç isterler mi. Ellerinden geldiğince engel olmaya çalışırlar. Teknolojilerini, makina, teçhizat ve ham maddeleri, vermemeye çalışırlar. Ancak günümüzde, çoğu üretici ülke, artık tek tabanca değil. George’den, Hans’dan olmazsa gidip, Wong’ dan, Takashi’den alırsınız.
Yasama organı yüce meclisimiz ve ülkemizi yönetenlerin, gelişmekte olan ülke statüsünden çıkaracak, bizi daha ileriye götürecek, kısa ve uzun vadeli program ve uygulamaları olmalı. On-yirmi yıl sonra, nerede ve hangi konumda olacağımızı, sadece bu günü değil, ülkemizin geleceğini de kurtarmak için, ileriye yönelik, gerçekleşebilir model, plan, program ve uygulamalarını duymak, görmek, ülkemizin gelişmiş ülkeler arasındaki haklı yerini bir an evvel almasını görmek istiyoruz. Çok mu?
3 yorum
Ayni kuşağın insanlarıyız.gelişmekte olan ülkelerden gerilemekte olan ülkelere geçtik bizden başka da bu kategoriye geçen ülke yok
Gelişmiş ülke kavramını sadece ekonomik yönden mi değerdirelim?
Ekonomik gelişmeyi de halledemedik.
Gelişmiş ülke kavramını çok daha geniş bir perspektifden almak daha doğru olur diye düşünüyorum.
Bu ancak öncelikle ekonomik olarak daha iyi duruma geldiğimizde olabilir mi?
Güzel bir konu.
Çok gerilerde kaldık benim yetişeceğimize pek umudum yok tamamen dışa bağımlı bir ülke olduk tekrar nasıl üretime dönücez bilmiyorum bu milletten umudumda yok Haldun