Newscientist dergisinin 09 Mart 2011 tarihli 2803 sayısında (sayfa 3 ) çıkan bir makalede “tahminlere göre 3.5 milyar yıl süren evrim sonucunda kendi kökenini merak ederek araştıran ve Mozart’ın kuartetinden zevk alan bir yaratık ortaya çıktı” denmektedir. Kuşaklar boyu binlerce bilim adamı ve filozof bir yandan dünya yaratıkları içerisinde insanoğlunun benzersiz olduğu gururunu kutlarken, diğer yandan da geçmişlerinin diğer hayvan gruplarıyla ilişkili olduğu tezini reddetmişlerdir.
İnsanoğlunun DNA yapısı, yukarıda sözü edilen tartışmaya yeni bir boyut kazandırmıştır. Genom Projesi adı altında insan genom analizinin başarıyla tamamlanmasını izleyen son on yıllık süreç içerisinde “insanlık” genleri ya da insanı insan yapan genleri ortaya konmaya başlamışken DNA tarafından üretilen proteinlerin de vücudumuzu oluşturduğu gerçeği bir kez daha doğrulanmış ve DNA yanında proteinlerin de araştırılmasına hız verilmiştir. Aslında ne olduğunu tam olarak bilmesek de sezgisel olarak genlerimizde bazı “şeylerin” ekstra olarak bulunduğunu zaten çok uzun süredir az çok tahmin edebiliyorduk.
Araştırmalar ilerledikçe, bizi farklı kılan şeyin aslında yapısal genler olmadığını öğrenmiş olduk. Buna karşılık, protein sentezi yapmasalar da düzenleyici (negulator) genlerin bu görevi üstlenmiş oldukları artık bilinen bir gerçek haline gelmiştir.
İşin daha ilginç olan yanı ise bu bölgelerdeki artışlardan ziyade kayba uğrayan parçalar sayesinde insana özgü olana “benzersiz” nitelikli bazı özelliklerimizin oluştuğu gerçeği artık yeni yeni su yüzüne çıkmaya başlamıştır. Sonuç olarak şempanze, fare ve tavukların da içinde olduğu diğer hayvanların aksine insanlarda 510 adet ölçülebilir parçacık regülatör DNA bölgesinde “yitirilmiş” ya da kaybedilmiş olarak bulunmuştur (Bu ayrıntı için yine aynı dergideki “Key to humanity is in missing DNA” başlıklı yazıya bakılabilir).
Bu ilginç bulgular, aslında insan genomunun sanıldığından çok daha kompleks olduğu fikrini ilk kez ortaya koymamaktadır. Genom projesi tamamlanmadan önce de insan genlerinin sayısının 100.000 dolaylarında olduğu tahmin ediliyordu. Fakat bugün bu tahminin beşte biri düzeyine kadar gen sayısı inmiş durumdadır: 20.000. Onun için, somut olarak ortaya konamamış olsalar bile insan genomunun çok kompleks bir yapıya sahip olduğu “parçacıklı kalıtım” devrinden beri bilindiğini söylemek hata olmayacaktır. Nitekim bu öngörülerin pek çoğu artık fiziki olarak kanıtlanmış durumdadır.
Bundan sonra yapılacak olan bizim “kaybettiğimiz” parçaların karşılığı şempanze ve maymunlarda kaybolduğu zaman insan karakterlerine benzer değişimlerin olup olmadığını ortaya koyan “mühendislik” çalışmalarının yapılmasıdır. Zaten bu alanda da hummalı bir proje yarışması bilim adamları arasında çoktan başlamış durumdadır.
Elde edilen mevcut bulgulara göre “İnsanı diğer canlılardan farklı kılan nedir?” sorusunun cevabının insandaki eksilen DNA parçalarında gizli olduğu konusunda büyük bir umut mevcuttur. Bu bölgelerden sadece iki tanesi ayrıntılı olarak incelenmiştir. Diğer eksilen 508 parçanın ne işe yaradığı konusunda ise çalışmalar devam etmektedir. Bununla beraber bir şey çok açıktır: Tıbbi genetikte bilinenler bilinmeyenden çok daha azdır.
Yeni bir konuda buluşuncaya kadar esen kalın, sağlıklı kalın.