Ameliyathanelerde kullanılan pek çok sarf malzemesi var. Bunlar her bir ameliyat için önceden belirleniyor ve hasta daha uyumadan hemşire masasına açılıyor. O ameliyatta kullanılmayan pek çok sarf malzemesi de cerrahi sterilizasyon kuralları gereği çöpe atılıyor.
Sizlere çoktandır gözlemlediğim müthiş bir savurganlıktan söz edeceğim: Basit bir probe küretaj öncesi hemşire masasına bir koca tas dolusu Baticon boca ediliyor, 12 adet karın içinde de kullandığımız ve radyoopak şerit içeren gaz tampon açılıyor ve daha pek çok başka malzeme… Peki bunların hepsi kullanılıyor mu? Elbette hayır. Ne yazık ki kalanlar atılıyor. Baticon lavaboya dökülüyor. Bir damla Baticonun doğal yaşamda, kirlettiği sular nedeniyle ne kadar çok canlıya zarar verdiğinin bilincinde miyiz? Ya %100 pamuktan elde edilen ve çöpe atılan gazlar… Pek çok ülkede bu gazların sentetik versiyonları kullanılıyor ve böylece ülke kaynakları israf edilmiyor.
Bu savurganlığı gördüğümde genç ameliyathane personeline 80’li yıllardaki mahrumiyetimizi anlatıyorum. Kıdemli meslektaşlarımız bilirler, 80’lerin başında ameliyathanelerde pek çok malzeme bulunmazdı. Hastalarımıza serum, ameliyat eldiveni gibi malzemeleri reçete ederdik. Dolaplarımızda uterotonik ilaçlar, antibiyotikler, idrar sondaları ve dikiş malzemeleri depolardık. Peki, bugünkü savurganlığı önlemek için illaki o mahrumiyet günlerine mi dönmemiz gerekecek? Elbette ki hayır. Bıkmadan, usanmadan ameliyathane personelini eğiteceğiz, onlarda ve genç meslektaşlarımızda bu bilincin yerleşmesini sağlayacağız.
Bu sıkıntıları yaşadığımız 80’li yılların ortalarında 2 yıl süreyle Almanya’da bulundum. Çalıştığım Hannover Tıp Fakültesinde her türlü sarf malzemesi büyük bir bolluk içerisindeydi. Henüz iki Almanya birleşmemiş ve Batı Almanya refah içerisinde yüzüyordu. Buna rağmen tek bir sarf malzemesi bile çöpe atılmazdı. Çünkü ameliyat hemşiresi bize istediğimiz malzemeyi ancak, gerekli miktarda açıp verirdi.
Benzer savurganlığı futbol adamlarında da görmüyor muyuz? Milyon avrolarla teknik adam transfer ediliyor. Başarısız bir sezon sonunda da gönderilmek isteniyor. Buraya kadar her şey tamam. Ancak hoca, sözleşmesine öyle bir madde koydurmuş ki 4 yıldan önce gönderirsen 10 milyon avro ceza ödeyeceksin. Maalesef geçtiğimiz yıllarda iki büyük takımımız bu meblağları ödeyerek “başarısız” antrenörleriyle yollarını ayırdı. Peki bu paralar kimin cebinden çıktı? Elbette ki yoksul halkımızın.
Ancak, ne yazık ki bunun hesabını soran yok. Bu sözleşmeler yapılırken basit bir madde ilavesi anında sorunu çözebilir. Hoca kendisini zamanından önce
atarsanız tazminat mı istiyor. Tamam verelim, ama siz de bir başarı hedefi tanımlayın sözleşmede. Beklentilerimize göre, şampiyonluk, kupa, final oynama vs. gibi bir hedefe ulaşamazsak, sözleşme otomatikman fesholur deyin. Bakın bakalım buna bir teknik direktör itiraz edebilir mi? Yani sonuçta herkes bu ülkenin parasını, kaynaklarını harcarken çok fazla özen göstermek zorundadır. En az kendi cebinden harcama yaparkenki kadar…