Bu hafta nispeten gündemden düşmüş bir konu üzerinde yazacağım. Bu konuda bir şeyler yazmak için bir süre beklememin ana nedeni, kendimce bazı araştırmalar yapmak ve konunun politik ve diplomatik hassasiyetinden dolayı ortamın sakinleşmesini beklemekti. 25 Ocak 2012 tarihinde ulusal medyada ve Medimagazin’de “Sağlık Bakanlığının çalıştırmayı planladığı yabancı uyruklu hemşireler için ‘Ajan hemşireler geliyor’ ihbarı yapıldı.” Başlıklı bir haber çıktı. Habere göre, Azeri asıllı bir İran vatandaşının T.C. İçişleri Bakanlığına yazdığı ihbar mektubuna göre, İran Hükümeti’nin bir süredir özel olarak seçip yetiştirdiği hemşireler Türkiye’ye ajan olarak gönderilecekmiş.
Doğal olarak bu haber pek çok kişi gibi benim de dikkatimi çekti ve İran’ı ve İranlıları biraz da olsa tanıdığını sanan birisi olarak konuyu araştırma gereği duydum. Hayatımda İranlılarla ilk defa Ankara Tıp’ta karşılaştım. Tamamı İslâm Devrimi’nden kaçmış olan bu gençler üniversite okumak için Türkiye’ye gelmişti. Birbirine çok bağlı, dersler, yoklamalar ve kopya organizasyonları konusunda büyük dayanışma içinde olan bu arkadaşlar hep dikkatimi çekmişlerdi. Toplumda hep bir azınlık psikolojisi içinde yaşıyorlar, hep var olan planlarını hayata geçirmek için fırsat kolluyormuş izlenimi veriyorlardı. Eminim, bu arkadaşların hiçbiri İran’a geri dönmemiş ya Türkiye’de ya da -çoğunluğu Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’nde olmak üzere- dünyanın herhangi bir yerinde çok iyi yerlere gelmiş durumdadır. O zamanlar ABD karşıtı ve antiemperyalist olan birisi olarak kendilerindeki ABD sempatizanlığını anlıyor, 1979’daki ‘kaba’ devrimde yaşadıkları travmaya bağlıyordum. Fakat daha sonraları, ‘Devrimin Çocukları’nın da başta ABD olmak üzere Batı’ya olan muhabbetlerini görmek ve bu muhabbetin de (halklar seviyesinde değil ama devletlerarası seviyede) karşılıksız kalmaması beni çok şaşırtmıştı. Bunu daha önce sadece İsrail ve halkı için gözlemlemiştim.
‘Devrimin Çocukları’ ile ‘1990’lı yılların ikinci yarısında İngiltere’de karşılaştım. İran, İngiltere’ye lisansüstü eğitim için en fazla öğrenci gönderen ülkelerden biriydi. Sordum, bana anlattılar; gönderilecek öğrenciler belli bilimsel sınavlardan geçtikten sonra ‘mülakat’a alınıyor ve ‘dış görünümleri’ de gözden geçiriliyormuş. Sorulan, sorgulanan ve talimat verilenleri buraya yazmam pek çok nedenle mümkün değil. Ancak o gün çok rahatsız olduğumu iyi hatırlıyorum. Şu kadarını söyleyebilirim, bana söylediklerine göre, yurt dışına devlet eliyle gönderilen her İranlı “İran İslam Devrimi’ni” çevresindekilere anlatmak, Humeyni’yi sevdirmek ve ‘Devrim İhracı’ için çalışacağını taahhüt etmek zorundadır.
Yurt dışında misafir öğrenciyseniz, sizin gibi misafir olan diğer ülke öğrencileriyle ortak zeminlerde buluşmak için fırsat kollarsınız. Mesela namaz kılmıyor olsanız da Cuma’ya gidersiniz, ’72 milletten’ Müslüman görmek, ortak kültürünüzü yaşamak için. Bayram namazlarına gidersiniz, memleketinizin havası-suyu gibi olmasa da, annenizin elleriyle açtığı baklavayı yiyemeseniz de. Fakat ’72 milletten’ 1 tanesi ‘Müslümanların’ organizasyonlarının hiçbirine katılmazlar. Çünkü kendileri dışındakileri Müslüman olarak algılamakla ilgili sorunları vardır. Zaten belki de o yüzden tarihinde sadece Müslüman olan ülkelerle savaşmış, fakat gayrimüslim bir ülke ile savaşmamıştır.
Daha sonraki yıllarda iki defa İran’a gitme şansım oldu. Herkes gibi benim de ilk dikkatimi çeken, din adına topluma ve kadına yapılan baskı oldu. İzlenimlerimi bu köşede yayınlamıştım [İran: Gittim, Gördüm, Geldim…].(http://www.medimagazin.com.tr/authors/sahin-aksoy/tr-ran-gittim-gordum-geldim-72-60-2035.html ) İran’a yaptığım bu seyahatler ön yargılarımı teyit etmiş ve ikinci gidişimden sonra bir daha mecbur kalmadıkça bu ülkeye gitmemeye karar vermiştim. Aynı kararı yıllar önce İsrail’e ilk ziyaretimden sonra da almıştım.
Tekrar yazımızın konusuna dönecek olursak, ben Sayın Sağlık Bakanı kadar iyimser değilim. Muhtemelen kendisi, beyanatında “İranlı hemşire ve hekimlerin Türkiye’ye yönelik ‘istihbarat ya da rejim ihracı’ gibi düşüncelere sahip olacaklarına dair iddiaları komplo teorisi ve saçma olarak” nitelendirmesine rağmen gerekli tedbirleri alıp incelemeleri yapmaktan geri durmayacaktır. Bulunduğu konum ve ülkenin diplomatik gelenekleri böyle konuşmasını gerektirir. Ama ben buradan uyarmak istiyorum. Tarihin en büyük Mata Hari olayı ile karşı karşıya kalabiliriz. İran bunu yapacak ideolojik yapıya, devlet geleneğine ve motivasyona sahip. Hele söz konusu Türkiye olunca.
Son Söz:Bu bir ‘nefret yazısı’ değil. Ortada küçümsenemeyecek bir iddia var. Söz konusu ‘operasyonun’ sağlık sistemi üzerinden yürütülmesi düşünülüyor. Söz konusu ülke hakkında belli bir bilgi, gözlem ve duyumları olan bir Tabip Odası Başkanı olarak düşüncelerimi kamuoyu ve meslektaşlarım ile paylaşmaya hakkım olduğunu düşünüyorum. Tedbir alınsın, sonradan pişman olunmasın. Sözü edilen vade uzun değil. Birkaç ay sonra İranlı hemşireler gelecekmiş -tabii ellerinde patladığını düşündükleri projeyi iptal etmezlerse-. O zaman belli olur, bu hemşireler nerede görev yapacak, kimlerle dostluk kuracak, hangi şehirlere gidecek vs. Bu bilgilerin hepsi bende var, ancak bugünden yazmam mümkün değil. Zira haklı çıkmak ve “Ben demiştim.” Demek gibi bir gayem asla yok. Keşke zamanında üniversitelere yeterince öğrenci alsaydık da, bugün ‘onun-bunun’ ne’idüğü belirsiz hekimine, hemşiresine muhtaç olmasaydık.