Aslında “Bu da Geçer Ya Hu!” ile birlikte, “Gel Keyfim Gel!” beklentisini, özdeyişini ve huzur ifadesini beraber kullanmak isterdim amma, ne mümkün bu şartlarda… İnşallah o günler de gelir de, ben de yine bu “Nörofilozofi” isimli köşemde sizler için “Gel Keyfim Gel!” başlıklı bir makale kaleme alırım.
Zira günümüzde tıp öğrencilerinde, hekimlerde, meslektaşlarımızda ne şevk kaldı ne heyecan ne de keyif… “Teşbihte hata olmaz” düsturunca, hep “Bu da Geçer Ya Hu!” temennisini sayıklar oldular.
Hattatların çok severek kullandıkları, tablolaştırdıkları ve toplum tarafından da kabul görerek sloganlaşan bu iki çarpıcı söz için, çok farklı hikâyeler anlatılırsa da, benim için en anlamlı ve duygusal olanını burada sizinle paylaşmak istiyorum.
Birinci Dünya Savaşı’nda, Der saadet İstanbul, İngilizler tarafından işgal edilince, halkımızın gösterdiği teessür ve infiali, hattatlar özetleyerek sloganlaştırıp, genelde istif-sülüs tarzında, bir beklenti, temenni ve dua olarak “Bu da Geçer Ya Hu!” şeklinde tablolaştırmışlardı.
Daha sonra, İstanbul işgalden kurtulur ve halkın büyük coşku, sevinç ve heyecanı dalga dalga yurda yayılır. Sanatkârlara, hattatlara düşen de, bu heyecanı, bu keyfi, hat sanatının aynı tarzdaki şaheser bir tablosu olarak “Gel Keyfim Gel!” kelimeleri ile ölümsüzleştirmek ve evlerimizin, köşklerimizin ve saraylarımızın duvarlarını süslemek olur.
Meslektaşlarımızın maruz kaldığı her türlü haset, kin, nefret, düşmanlık ve kıskançlığın, asla rekabet kabul etmez bir şevk(!) ve heyecanla(!), doktorlar üzerinde hüküm süren saldırılar, hücum ve uygulamalar nedeni ile hekimlik mesleğinin ufuklarını kara bulutların kapladığı, sarıp sarmaladığı günümüzde, üstüne üstlük, diğerlerine kıyasla, öğretim ve eğitiminin çok uzun ve meşakkatli, daha sonraki mesleki çalışma şartlarının da çok ağır ve yıpratıcı olması sebebi ile tıp fakülteleri eskisi gibi çok çalışkan, zeki ve akıllı öğrenciler tarafından çok fazla tercih edilmemekte ve rağbet görmemektedir. Bu da, istikbale yönelik, toplum sağlığını ve hekimlik mesleğini zedelemekte ve tehlikeye sokmaktadır.
“Teşbihte hata olmaz” kaidesi çerçevesinde, yazımın başlığını “Bu da Geçer Ya Hu!” olarak belirledim. En kısa zamanda “Gel Keyfim Gel” başlıklı bir makale ile sizlerle beraber olmanın hasreti içerisinde bulunduğumu da ifade etmek isterim.
Şimdi tam yeri geldi. İşte, kendisini sürgüne gönderen Kanuni Sultan Süleyman’a, Büyük Hiciv Şairi Baki’nin çok anlamlı cevabi rubaisi…
“Nola kim, nefy-i ebed, azim-i bülend oldunsa ey Baki!
Bilesin ki Cihan mülkü değil Süleyman’a baki,
Şaha!, azminde ispat-ı tehevvür eyledin amma,
Buna çark-ı fani derler, ne sen baki, ne ben baki.”