Sağlık hizmetlerinin sunumu ile ilgili olarak kamu kuruluşlarında dahi maddi olarak kuş uçurtmamaya çalışıldığı dönemi yaşıyoruz hep birlikte. Keza artık kamu kuruluşu ya da eğitim kuruluşu vs. ayırımı yapmak da güçleşti. Tamamen piyasa ekonomisi kuralları hâkim. Nasıl daha çok hasta çekeriz? Nasıl daha çok para kazanırız? Döner sermaye, performans uygulaması, özel muayene, Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) ve dahası sözcük dağarcığımızda…
Bu arada hekimlik adına bazı değerlerimizin günden güne güme gittiğine tanık oluyorum, doğrusu kaygılanıyorum. Şimdi, yaşanmış ve bana anatılan bir olayı aktaracağım. Ne kişilerin kim olduğu ne de kurumların ismi önemli değil.
Bir kamu ve eğitim hastanesinde çalışan bir asistan doktor hastalanır, sevkini alır, sağlık karnesiyle birlikte KBB polikliniğine başvurur. Kendisinde “akut kriptik tonsillit” saptanır. Reçetesine depo penisilin yazılır. Asistan doktor eczaneden ilaçlarını alır, elindeki penisilin ile birlikte çalıştığı hastanenin acil servisine gelir. Öyle ya, penisilini bir sağlık kuruluşunda ve icabında acil müdahale yapılabilecek bir yerde yaptırmak lazım. Burası da kendi çalıştığı hastanedir, üstelik kendisi de bir ay burada (acil serviste) çalışmıştır. Reçetesini gösterir, hemşire hanımdan enjeksiyon yapılmasını rica eder. Hemşire;
– “Kusura bakmayın yapamıyorum, hoca yasak etti” der.
Bunda bir problem yok, ne de olsa o da bir emir kulu. Bunun üzerine asistan hocaya başvurur ve rica eder. Hoca, başhekimliğin aldığı karardan bahseder.
– “Dışarıdan başvurularda 1.8 TL’ye yapıyoruz. Ancak, eline ilacını alan personel gelirse kurum zarar ediyor. Bu nedenle yapamıyoruz, kusura bakma.” der.
Keşke o da, yasak olduğunu söyleyip bu açıklamaları yapmasaydı bari. Talihsiz bir açıklama olarak değerlendiriyorum. Ve hâlâ bir anlam veremiyorum. Herhalde onun hekim olduğunu anlamadı diye düşünmek istiyorum. Bunun üzerine asistan doktor iğnesini özel bir sağlık kuruluşunda yaptırır. Orada hekim olduğunu söyleyip, ücretini vermek ve sırasını beklemek istemesine rağmen “Olur mu öyle şey doktor bey?” deyip hemen ve ücret alınmaksızın enjeksiyonu yapılır.
Sorarım;
*Neresi kamu, neresi özel sağlık kurumu?
*Hangisi meslek ahlakına uygun?
*Hangisi “hekimlik”, hangisi “hekimcilik”?
Bu hekim bir daha sağlık sorunu olursa ne yapar sizce? Ya da bir yakını ya da komşusu bir sağlık problemini anlatırsa nereye yönlendirir?
Sağlık kurumunda çalışanlardan sıklıkla duyuyorum. Kendileri ya da çoluğu çocuğu hastalanınca kendi çalıştıkları kurum dışındaki birimlere, özel sağlık kuruluşlarına başvuruyorlarmış. Orada kendilerine daha iyi davranılıyormuş.
Herkes bilir, bir iş yerinde çalışanların verimliliğinde kurumsal aidiyetin rolü yadsınamaz. Sağlık sorununu kendi kurumunda halledemeyen kişiden kurumsal aidiyet beklemek mümkün müdür? Her ne kadar her şey bireyselleştirilmeye çalışılsada sağlık hizmetleri hekiminden temizlik ve idari personeline kadar ekip işidir. Bir fizyoloji uzmanı hocam şöyle der. “Beynin mükemmel olabilir, ama böbreklerin ya da hareket sisteminde sorun varsa tek başına bir işe yaramaz. Kurumlar da insan vücudu gibidir.”
Kaş yapayım derken göz mü çıkarıyoruz yoksa? Kurumlarımızın gelirini arttıracağız, bedavaya kuş uçurtmayacağız derken “insan” yanımızı unutmayalım diyeceğim ama kaçınılmaz olacağına dair kaygılarım var. Sonuç olarak mesleki etik değerlerimizin yıpranması ile uygulanmakta olan sağlık politikalarının direk ilişkili olduğunu düşünmekle birlikte, arada bir aynaya ve içimize bakmakta fayda var diyorum.
Adli tıpla ilgili bir yazı kaleme almayı planlamıştım, ama gelir kaybı kaygısıyla bir hekime enjeksiyon yapılmamasını önemli buldum ve bu konuda yazmaya karar verdim. Keza, adli tıp uzmanı olarak ben de bir “hekim”im. Hekimim demeye utanmamak için, hekimlik meslek etiğine aykırı tutum ve davranışlara tanık olduğumda, bunları dile getirmenin de bir sorumluluk olduğunu düşünüyorum.
Diğer yandan, küreselleşme ve küresel sağlık ekonomisi doğrultusunda şekillendirilmekte olan sağlık sistemimize bakıp, gelecekteki sağlık sorunlarıma karşı elim ayağım tutarken para ayırmalıyım diye düşünüyorum. Böyle olmamalıydı ama maalesef…
Umut yine de var. Rahmetli Kriton Dinçmen’in 1990’lı yıllarda yazdığı “Ahlak’ın Ahlaklılığının İrdelenmesi” başlıklı makalesinde Herbert Marcuse\’un bir cümlesi geçer. \"Kötü çalışan bir sistemi düzeltmekten, onu yıkmak çok daha doğrudur; çünkü o görünmezse de her yerde saklı bulunan toplumsal uygunluluk (sociotaxis), yıkıntılardan sağlıklı ve mükemmel bir sonuç çıkaracaktır\" der. Ben de sağlık alanında bu aforizmaya uygun bir gelişim olacağına inanıyorum.