İhracatımıza göz atacak olursa. Yaş meyve, sebze, tekstil, biraz da sanayi mamulü. Yabancılar, başarılı sporcularımızı izleyip, takımlarına transfer ediyorlar. Buna karşılık, bizim takımlarımızda da, çok sayıda yabancı sporcu bulunuyor.
Benim burada ortaya koyup sizlerle paylaşmak istediğim, ‘kültür ihracatı’dır. Yabancılar bunu hep yapıyorlar. Çok okunan ve beğenilen kitaplar çeşitli dillere çevrilerek, dünyanın pek çok ülkesine ulaşıyorlar. Hatta ülkelerindeki yasaklara rağmen.
Sovyetler döneminde Rus yazar Boris Pasternak, Doktor Jivago’ (Zhivago) romanını yazıp, 1954 te, ülkede komünist partisinin kontrolündeki Noviy Mir Dergisine gönderir. Ülkenin komünist rejimine karşı, batı yanlısı ve burjuva yaşantısını özendirdiği gerekçesiyle, kitabın basılması reddedilir. Kitabın el yazması, bir İtalyan gazeteci tarafından yurtdışına kaçırıldıktan sonra 1957’de İtalya’da yayımlanır; kısa sürede çeşitli dillere çevrilerek ünlenir. Eserin İngilizce çevirisi 26 hafta boyunca New York Times’ın En çok satanlar listesinde kalır.
Öte yandan eser, Sovyetler Birliği’nde yasaklanır. Yasaklanan kitabı, hiçbir eleştirmenin okumamış olmasına rağmen, Sovyet Yazarlar Birliği, kapalı bir duruşma düzenleyerek Pasternak’ın birlikten atılmasına karar verdiklerini açıklar.
Doktor Jivago romanının bütün dünyada gördüğü ilgi üzerine, Pasternak 1958 Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görülür. Ancak, baskıcı rejim yüzünden ödülü reddetmek durumunda kalır. Kimilerine göre yazar, bu ödülün kendisine Sovyet rejimini eleştirdiği için verildiği, siyasi bir karar olduğu düşüncesiyle reddetmiş; kimilerine göre ise Sovyetler Birliği yönetimi onu, ödülü reddetmeye zorlamıştır.
1965 te filmi yapılan, Doktor Jivago, on dalda birden aday gösterildiği Oscar ödüllerinden “en iyi uyarlama senaryo”, “en iyi görüntü yönetimi”, “en iyi sanat yönetimi”, “en iyi kostüm” ve “en iyi orijinal şarkı” dallarında olmak üzere beşini kazanmıştır. Kitabın ve filminin, dünyaya yayılış öyküsü, böyledir arkadaşlar.
Müzik ve tiyatro, zaten sınır tanımıyor. Her yapılan, sanal dünyada anında yerini alıyor. Yabancı müzisyenler ve müzik grupları, turneler tertipleyip dünyayı dolaşıyorlar.
Dünyada açık havada konser verebilen, tek klasik müzik orkestrası olan ‘Andre Rieu Senfoni Orkestrası’ ikiyüz kişiye varan müzisyen ve teknisyen kadrosuyla, doğudan batıya, kuzeyden güneye, ülkeleri dolaşarak, konserler veriyor. Ülkemizde de konserleri oldu. Bir başka Andre, görme engelli İtalyan tenor Andre Bocelli, orkestrası ve dünyaca ünlü sanatçılarla birlikte, pek çok ülkede konserler vermeye devam ediyor.
Peki biz ne mi yapıyoruz, bir de ona bakalım. Dünyaca ünlü besteci ve piyanist Fazıl Say’ımız var bizim. Dünya onu ayakta alkışlayarak, müziğini ve eserlerini, çıt çıkarmadan dinleyip izlerken, bir kısım medyada neredeyse vatan haini ilan edecekler. Keşke onun gibi, yüzlerce sanat elçimiz olabilse. Fazıl Say gibiler, ülkede kolay yetişmiyor. Başka ülkelerde olsa, şüphesiz onu el üstünde tutarlardı.
Yurt dışında başka sanatçılarımızın da konserleri olmuyor değil. Onları da kutlamamız lazım. Sadece yurt dışında yaşayan Türklere değil; bir Barış Manço bir Fazıl Say ve diğerleri gibi, çeşitli ülkelerdeki, yabancılara da hitap edebilmemiz lazım.
Görüldüğü gibi, kültür ihracatı da önemliymiş. Yazarlarımızın, şairlerimizin eserleri, çeşitli dillere çevrilebilmeli, müziğimiz, dünyanın her ülkesinde dinlenebilmeli. Tiyatrolarımız yurt dışına, daha çok gidebilmeli, ressam ve heykeltıraşlarımızın yapıtları, yurt dışında daha çok sergilenir olmalı.
O gelişmiş ülkelerin insanları da çalışıyor, ancak bizden çok daha fazla kazanıyor ve bizden çok daha fazla eğleniyorlar. İnsanca yaşayıp, eğlenmeyi de hak ediyorlar. Bırakın çalışanlarını, emeklileri bile dünyayı dolaşıyor. Bizdeki emekliler, akşamları pazarcıların attığı, meyve, sebzeleri çöpler arasında arıyor, saatlerce halk ekmek kuyruklarında bekliyor, insafsız zamlar yüzünden bir türlü belini doğrultamıyor.
Ekranlarda, devamlı olarak, ‘işsizlik, kavga, kaza, hırsızlık, cinayet, yanan arabalar, çöken binalar, olabildiğince dedikodu, dizilerde tuzu kuru insanların lüks içindeki yaşantıları’, bize bunları izletiyorlar. Siyasilerse, hiç durmadan, birbirleriyle kavga ediyorlar. Ben de kendime soruyorum, biz daha insanca çalışıp yeterince kazanmaya, daha özgür, daha mutlu yaşamaya, daha daha iyi şeylere layık değil miyiz?
3 yorum
Bu yazdıkların keşke olabilse .bence biz kendi sanatçimiza sahip çıkamazken yazarlarımızı tutuklarken nasıl yurt dışına açılacağız.Yani çok kısaca önce toplumsal değişime ihtiyacımız var
Tümüne katılıyorum. Bir türlü niye insanca yaşamayı hak edemediğimizi anlayabilmiş değilim.
Demek ki layık değiliz.ülke olarak öyle bir çabamız yok