İnsanın olduğu her yerde şer ve hayır vardır. Bu kavramlar kişilere göre değişebildiği için, bunların evrensel anlamda bir sınırı ve tanımı da olmalıdır. Şer(kötü/lük) ne demektir? Bunun kurum/kişi/olgu tarafından tanımı da yapılsa, insan için bağlayıcılığı var mıdır, şerlerin önüne geçmenin yada azaltmanın hukuki yada insani bir önlem/leri var mıdır, ne kadar etkilidir! Bunca hukuki yaptırıma rağmen niçin kötülükler engellenemez!
TDK’na göre; “Şer, kötülük, fenalık (isim)anlamına gelir.” Tanım böyle iken, kötülükleri kim belirler, ne yaparsa kötülük yapmış olur! Bunun hem evrensel hem de hukuki anlamda sayısı ve yaptırımı o kadar az ya da yetersiz ki, dünyamız kokuşmuş, mezbele haline gelmiş ve halen kıyamete doğru sürüklenip duruyor.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 10 Aralık 1948 tarihli ve 217 A (III) sayılı kararıyla benimsenen ilan edilen, 30 maddelik İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin hiçbir maddesinde bu tanımı bulamazsınız. “…bu hak ve özgürlüklerin evrensel ve etkin olarak tanınmasını ve gözetilmesini amaçlayan ulusal ve uluslararası tedrici önlemler alarak çaba göstersinler.” şeklinde afaki cümleler ile dolu.
Şimdi bu maddeleri sıralayan Birleşmiş Milletler, kimlerden oluşuyor? Birleşmiş Milletler (BM), 24 Ekim 1945’te kurulmuş; Örgütün, kurulduğu yıllarda 51 olan üye sayısı şu an itibarıyla 193’e ulaşmıştır. Örgütün yönetimi New York’ta bulunan genel merkezdir. Tam öz olarak belirtelim ki, bu Konseyin 5 daimi üyesi aynı zamanda BM’nin kurucu üyeleri olan Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin’dir.
Bakar mısınız! örgütün tanıma “…dünya barışını, güvenliğini korumak ve uluslararasında ekonomik, toplumsal ve kültürel bir iş birliği oluşturmak için kurulan uluslararası bir örgüttür…” Ne kadar ironik bir haldir ki, bu ülkeler hangi ülkeye barış ve demokrasi adına girmişler ise, orada kan ve gözyaşı oluk oluk akmış, paletlerin altında demokrasi ve insan hakları yok edilirken, çıktıklarında emperyalizmin en koyu halini miras bırakmışlardır. Dilini, dinini ve kültürünü yok edip, ülkeleri paramparça etmişler ve paravan örgütleri işlerine geldiği gibi besleyip, ya Avrupa kafirlerini ya da Asya’nın devşirme münafıklarını geride bırakarak, bir daha beli doğrulmasın diye kumanda etmişlerdir. Yani Şerrin(kötülüğün) en koyusunu besleyip, ülkelerin kıyametini hazırlamışlar ve halen de devam ediyor. Sonuçta 30 maddeyi bir tanıma sıkıştırıp, onu da 5 ülkenin inisiyatifine bırakmışlardır.
“…Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 6 Nisan 2016 tarihinde Cumhurbaşkanlığı Sarayında düzenlenen 23. Muhtarlar Toplantısındaki konuşmasında son dönemlerde meydana gelen hadiselerin basit bölgesel bir kriz olmadığına değindi. Konuşmasını Birleşmiş Milletlerle ilgili iddiasıyla sürdüren Erdoğan BM’de 196 ülke var, ama hepsinin kaderi 5 ülkenin ağzında, o 5 ülkeden bir tanesi “hayır” diyorsa siz oradan karar çıkartamazsınız, bu 5 daimi üyenin de 5’i de Hristiyan, içlerinde bir tane Müslüman yok, hani adalet? sözlerini dile getirdi…” Allah aşkına “Dünya 5’den büyük” diyen bir Allah’ın kulunu daha gösterebilir misiniz! İnsanlık adına bunu haykıran bir lidere, hiçbir dünya lideri sahip çıkmadığı gibi, içimizdeki devşirilmiş siyasetçiler de onu düşman bellediler, tüm kurgularını bu teori üzerine kurup, muhalefet yapıyorlar. Ve dahi oy alıyorlar. Kötülüğün daniskasını, şeytanlığın vazifesini yaparak, şeytan ve uşaklarının kılavuzunda, ülkenin kıyametini hazırlıyorlar. Haksız kazancın bunların yanında ne önemi var ki!.
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde “Madde 16.3. Aile, toplumun doğal ve temel birimidir; toplum ve Devlet tarafından korunur.” şeklindedir. Bu dahi göstermelik ve içi boş bir maddedir. Yine onmaz ve milli değerlere düşmanlar; aile yapısını toptan yok eden LGBT gibi sapık/sapkın/şeytani/şer örgütlere devasa paralar aktararak, legal bir zemine oturtmuşlar. Ve dahi desteklemiş, hatta onursal üye olmaktan gurur duyduğunu ifade etmiştir. Kimseden tık yok! HAKSIZ KAZANÇ! Bunların yanında ne komik düşüyor değil mi!.
Bir de buradan bakalım! İslam öncesi; tefecilik, içki, kumar, zina (cariyelerin zorla fuhşa sürüklenmesi), kadınlar ve çocukların mal ve eşya gibi alınıp satılması, kız çocuklarının ayıp ve utanç kaynağı kabul edilip diri diri toprağa gömülmesi, zenginlerin her geçen yıl daha zengin olurken yoksulların çok zor şartlar içine sokulması(Avrupa emperyalizminin yaptıkları gibi), kabileler arası zulüm ve savaşlar aralıksız devam etmesi ve daha nicesi “ gibi şer, pislik ve gayri insani haller irtica ve cahiliye dönemi diye adlandırılıyordu. HAKSIZ KAZANÇ! Bunların yanında devede kulak!.
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinden, yaklaşık 1400 yıl evvelinde insanlığın kurtuluş reçetesini, insanlığın kılavuzu Kur’an kaynaklı ve rehberi Resûl-i Ekrem efendimiz, Vedâ haccı (10/632)’nda beyan etmiştir(İnsanlık adına, birleşmiş milletler çok geri kalmış): Güvenilir kaynaklardaki rivayetlerden derlenen Vedâ hutbeleri metni ana hatlarıyla şöyledir: Hz. Peygamber Allah’a hamd ve senâdan sonra şöyle buyurdu: Ey insanlar! Bilmiyorum, belki de bugünden sonra burada sizinle bir daha buluşamayacağım. Allah’ın rahmeti bugün sözümü işitip onu iyice kavrayanların üzerine olsun! Benim bu sözlerimi burada bulunanlar bulunmayanlara bildirsin. Olabilir ki bildirilen kimse burada bulunandan daha iyi anlar ve itaat eder. Ey insanlar! Biliniz ki rabbiniz birdir, atanız da birdir. Bütün insanlar Âdem’den gelmiş, Âdem de topraktan yaratılmıştır. Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın Arap’a, beyazın siyaha, siyahın da beyaza hiçbir üstünlüğü yoktur. Allah katında üstünlük ancak takvâ iledir. Biliniz ki bu şehriniz Mekke, bugününüz arefe ve bu ayınız zilhicce nasıl mukaddes ve dokunulmaz ise mallarınız ve canlarınız da aynı şekilde dokunulmazdır. Câhiliye devrindeki her türlü ribâ(faiz) kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Fakat ana paranız sizindir. Ne haksızlık edin ne de haksızlığa uğrayın. Kaldırdığım ilk faiz amcam Abbas b. Abdülmuttalib’in faizidir. Câhiliye devrinin kan davaları da kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası akrabalarımdan Rebîa b. Hâris b. Abdülmuttalib’in oğlu Âmir’in kan davasıdır.
Ey insanlar! Kadınların haklarına riayet etmenizi ve bu hususta Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları Allah’ın emaneti olarak aldınız. Onların namus ve iffetini Allah adına söz vererek helâl edindiniz. Dikkat edin! Sizin kadınlar üzerinde hakkınız olduğu gibi onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin onlar üzerindeki hakkınız iffet ve namuslarını korumalarıdır. Kadınların sizin üzerinizdeki hakları geleneklere uygun biçimde yiyecek ve giyeceklerini sağlamanızdır. Kadınlar hususunda Allah’tan korkun ve onlara en iyi şekilde davranın. Ashabım! Bugün şeytan sizin şu topraklarınızda yeniden saltanat ve nüfuz kurma ümidini ebediyen kaybetmiştir. Fakat size yasakladığım şeyler dışında küçük gördüğünüz şeylerde şeytana uyarsanız bu da onu sevindirir ve cesaret verir. Sözümü iyi dinleyin ve belleyin. Müslüman Müslümanın kardeşidir. Bir Müslümanın malı rızası olmadan diğer bir Müslümana helâl olmaz. Sakın zulmetmeyin. Herkes ancak kendi işlediği suçtan sorumludur. Baba oğlunun, oğul da babasının suçundan sorumlu tutulamaz. Allah her vârisin mirastan payını tayin etmiştir. Artık bir vârisin diğer mirasçıları mahrum edecek şekilde vasiyette bulunulması helâl değildir. Çocuklar babalarından başkasına nispet edilemez. Ödünç alınan şeyler sahibine geri verilmelidir. Yararlanılmak üzere alınan şeyler de sahiplerine iade edilmelidir. Borçlar ödenmelidir. Birinin borcunu üstlenen kefil de o borcu ödemelidir. Kimin yanında bir emanet varsa onu sahibine iade etsin. Rabbiniz olan Allah’tan sakının, O’na kulluk edin. Beş vakit namazınızı kılın. Ramazan ayında oruç tutun, hac ibadetini yerine getirin, mallarınızın zekâtını gönül hoşluğuyla verin. Yöneticilerinize Allah’ın kitabına uydukları sürece itaat edin ve böylece rabbinizin cennetine girin. Benden sonra küfre ve sapkınlığa düşüp birbirinizin boynunu vurmayın. Benden sonra hiçbir peygamber gelmeyecektir. Ey müminler! Size iki emanet bırakıyorum. Onlara sımsıkı sarıldığınız takdirde bir daha asla yolunuzu şaşırmazsınız. Bunlar Allah’ın kitabı Kur’an’la peygamberinin sünnetidir (veya Ehl-i beyti). Daha sonra Resûlullah, “Ey insanlar! Yarın beni sizden soracaklar. O zaman ne diyeceksiniz?” deyince ashap, “Allah’ın risâletini tebliğ ettin, görevini yaptın, bize nasihatte bulundun diye şahitlik ederiz” dediler. Bunun üzerine Resûlullah şehâdet parmağını semaya doğru kaldırdı, sonra da insanlara doğru çevirip indirerek, “Şahit ol yâ rab, şahit ol yâ rab, şahit ol yâ rab!” dedi …
Gerçek ilahi adalet, mahkemeyi Kübra olan ahirette olacaktır, Dünya’ da zalim kişi/kavimlere indirilen tokatlar da bunun habercisi. HAKSIZ KAZANÇ! Allah’ın (CC)’ında karışmadığı en büyük kul haklarından olup, kul hakkını gözetmek sosyal yaşamın en büyük huzur kaynağıdır.
Şerler tam def edilmez ise de, dünyayı yaşanılabilir bir hale sokan reçete, Allah korkusudur. Bu korku, sevgiden yine onun sinesine dönüş lezzetidir. “… Var, var amma ‘Buna biz karışırız, Allah ne karışır?’ diyor savcı. Peki, böyle desin. Desin amma kanun, zabıta ve savcı, suç işledikten sonra işleyeni ve işleteni yakalıyor. Yani iş olup bittikten sonra, namus pâyimal olup adam öldükten sonra… Daha evvel tedbir almaya kanunen imkan yok; fakat dinen buna imkan var: Allah korkusu ve din. Bu korku sayesinde her türlü rezaletin önü alınabileceğini bildiriyor. İslâm dini bunu emrediyor. Tedbiri evvelden alın diyor. Nasıl? Nasihat edin, ikaz edin, Allah’ı tanıtın, insanın kalbinde Allah korkusu, Allah sevgisi, ateş, Cehennem, ebedî azâp, ebedî saadet yer etsin, bilsin, anlasın (Tarihçe-i hayat:918)…”