“Okuduğun her şeye inanıyorsan, hiç okuma daha iyi.”
Japon Atasözü
İki haftadır devam etiğimiz “Büyüklere Masallar” serimizin daha önceki bölümlerini kısaca özetlemek gerekirse; 17. yüzyıla gelip Ortaçağ karanlığından çıkan Avrupa, yüzyıllar boyunca yaşadığı bütün olumsuzlukların faturasını Kilise’ye kesmesinden ve onunla ‘karşılıklı çıkara dayalı’ bir anlaşma yaptıktan sonra, o kötü günlerin bir daha geri dönmemesi için gerekli tedbirleri almak adına, kılıcı bırakıp amaca uygun kullanıldığında kılıçtan daha keskin olabilen kaleme sarılır.
Geçen hafta, o kalemlerden çıkan pek çok masaldan sadece birisi olan bilim tarihinden bahisle, “Bugün elimizde bulunan ve büyük ölçüde İngiliz, Fransız ve Alman bilim tarihçileri tarafından yazılmış olan bilim tarihi kitapları, 17. yüzyıldan itibaren kendilerini dünyanın “muzafferi” olarak gören Batılıların, Doğu’ya (İslam dünyasına –Türklere, Araplara, Farslara-, Çinlilere ve diğer Asya Medeniyetlerine) karşı beslediği “intikam” duygusu ile yazmış olduğu birer “hesaplaşma” metnidir demiştik. Bu metinde güdülen en büyük hedef, başta kendi halkları olmak üzere bütün insanlığı iyi ve güzel olan her şeyin kaynağının Batı’da olduğuna inandırmak ve her türlü bilimsel bilginin başlangıcının ve her disiplinin ‘Babası’nın Batılı olduğunu ispatlamaktır.” Yine geçen haftaki yazıda, tarih yazı ile başlar, yazıyı bulanlar Sümerlilerdir, öyleyse tarih Sümer’de başlar önermesindeki bilgi yanlışlarından ve bu yanlışların muhtemel sebeplerinden söz edilmişti.
Bu hafta da sizlerle Batı’nın Antik Yunan’a olan fevkalade hayranlığının düşündürdüklerini paylaşmak istiyorum. Daha önce sözünü ettiğim bilim tarihçileri bulundukları tarihten (1800’ler) geriye doğru giderek bilimsel çalışmaların ilk olarak kimler tarafından ve ne zaman yapıldığını saptamaya çalışmışlar. Amaç matematik, fizik, astronomi, tıp, felsefe, tarih, sosyoloji, vs. gibi günümüzün popüler akademik disiplinlerinin temellerinin ne zaman ve kimler tarafından atıldığını bulmaktır. Bilim tarihçileri kaynakları incelediklerinde, 16.yy.dan sonra Avrupa’nın, 7.-16. yy.lar arası İslam Medeniyeti’nin, 2.-7. yy.lar arası Bizans Medeniyetinin, M.Ö. 2.-M.S. 2. yy.lar arası Roma Medeniyeti’nin, M.Ö. 8.-2. yy.lar arası Antik Yunan Medeniyeti’nin, Eski Hint Medeniyetinin ve Eski Çin Medeniyeti’nin, M.Ö. 8. yy.dan geriye doğru gidildiğinde ise Mezopotamya Krallıkları, Eski Hint Medeniyeti, Eski Mısır Medeniyeti ve Çin Medeniyeti’nin eş zamanlı olarak var olduğunu görürler. Batı merkezli bir bilim tarihi yazma niyetinde olan bu ‘ilkler’ Antik Yunan’ın, mitolojik kahramanlar, nü heykeller ve Ege’nin muhteşem mekânları ile sarmalanmış tarihi ile karışlaşınca ‘aradıklarını bulmuş olma’ düşüncesiyle daha geriye gitme ihtiyacı duymadan orada kalakalırlar.
Böylece her bilimin babası da Antik Yunan’dan çıkıverir. Örneğin: Tıbbın babası Hipokrat (M.Ö. 5. yy.), Tarihin babası Herodot (M.Ö. 5. yy.), Matematiğin babası Arşimet (M.Ö. 3. yy.) ve/veya Tales (6. yy.), Sosyolojinin babası Xenophon (4. yy.), Biyolojinin babası Aristo (M.Ö. 4. yy.) ve Felsefenin babası Sokrat (M.Ö. 5. yy.) / Eflatun (M.Ö. 5.-4. yy.) / Aristo (M.Ö. 4. yy.) olarak kabul ve ilan edilir. Bunların her birinin yerine, kendisinden önce gelen başka bir Doğulu âlim bulmak mümkünken, basit bir internet taramasının bile size bu isimleri verecek olması yazı dizisinin başından beri iddia ettiğim, Batı yönünde yapılan ayrımcılığı teyit etmeye yetecektir.
Yukarıda adı geçen ‘babaların’ yazdığı söyleneneserlerin bugün elimizde bulunan nüshalarına bakıldığında dikkat çeken bir başka özellik de, bu ‘babaların’ eserlerinde, kendilerinden önce yaşamış ve kendisi ile aynı konularda çalışmış hiçbir Doğulu (örn. Mısırlı, Hintli veya Çinli) âlimden söz etmezken sadece kendi milletinden olanlara –Antik Yunanlılara- atıfta bulunmalarıdır. Bununla ilgili olarak farklı görüşler ileri sürmek mümkündür. Ya bu Antik Yunan âlimleri gerçekten ‘ilahi’ / ‘doğa üstü’ güçlere sahiplerdi ve bütün bilgiler kendilerine ‘malum olmuştu’, ya kendilerinden önceki âlimleri okumuş, onlardan yararlanmış fakat atıfta bulunmamışlardı, ya da onların orijinal eserlerinde bu atıflar vardı fakat sonradan gelen ve Doğu’ya karşı intikam duygusu ile dolu olan Avrupalı mütercimler bu atıfları ayıklamışlardı. Ben bu üç ihtimalden sonuncusunun doğru olduğunu düşünmekteyim. Kutsal kitaplarını bile değiştirip “işlerine gelmeyen kısımları ayıklamak” gibi bir sabıkası olan Batılılar –yani Yahudi-Hıristiyan gelenek ile Aristo felsefesine sadık insanlar- böyle bir şeyi de rahatlıkla yapabilirler. Tabii bu bizim düşüncemiz. Bir Hıristiyan’ın bunu kabullenmesi beklenemez. Fakat birincisine –tahrif edilmiş İncil ve Tevrat’a- inananların, ikincisine de inanmaları, en azından “kuvvetle muhtemeldir” demeleri gerekir.
Malum, muharref (tahrif edilmiş) İncil ile ilgili olarak ileri sürülen en önemli gerekçe mevcut İncillerin Hazreti İsa’nın ölümünden yaklaşık 100 yıl sonra bir araya getirildiği ve bu süre içinde pek çok İlahi mesajın bilerek veya istemeden unutulup değiştirilmiş olabileceğidir. Buna karşılık Hıristiyan âlimler de şunu sormaktalar: “Öyle diyorsunuz ama sizin pek güvenip dayandığınız Antik Yunan eserlerinin kendi yazarının ölümünden ne kadar sonra yazıldığını biliyor musunuz?” Ben de bilmiyordum, öğrendim, belki siz de merak edersiniz. Buyurun o zaman: Herodot’unkiler yazarın ölümünden 1300 yıl sonra, Aristo’nunkiler kendisinin ölümünden 1400 yıl sonra, Sofokles’inkiler 1400 yıl, Homer’inkiler ise 500 yıl sonra yazılmışlar. Yani bütün bu kitapların bugün elimizdeki nüshalarının, daha önce bu köşede yazdığım Hipokrat’ınkiler gibi, ne bu kişiler tarafından yazıldığına ne de yeniden yazılırken orijinaline sadık kalındığına emin olmak mümkün değildir.
Bu haftalık yazacaklarım da bu kadar. Haftaya masalın son bölümünü, Antik Yunan âlimlerini tercüme eden ve onlara yaptıkları ilaveler ile hem kendilerine ve İslam dünyasına itibar kazandıran hem de bu eserlerin günümüze kadar intikalini sağlayan 9.-11. yy. Arap/Acem/Türk âlimlerine ayıracağım. Tahmin ediyorum her şeyin göründüğü gibi, daha doğrusu bize anlatıldığı gibi olmadığını görmek sizi de benim gibi şaşırtacak ve bu ‘Büyük Masal’ın yazarlarına kızsanız bile onları takdir edeceksiniz.
Haftaya: Neden İbn-i Sina, Farabi ve İbn-i Rüşd’