Aşağıdaki yazıyı yazdıktan sonra ülkemizde çok önemli gelişmeler oldu.
Bilimsel toplantılar nedeni ile geldiğim Almanya ve Belçika’da meslektaşlarım etrafımda kalabalık gruplar halinde toplandı ve soruları hep aynı idi: Türkiye’de ne oluyor? Evet, ülkemde ne oluyor, nereye gidiyoruz? Uzak tarihleri araştırmaya, derin analizlere hiç gerek yok. Yeter ki biraz beyinle bakmasını bilelim. Toza dönüşerek çağdaş dünyanın tamamen dışına savrulup karanlık çağlara mı gömülüyoruz? Ülkemin tüm “akıllıları ve akıllı olduğunun farkında olmayanları” birleşiniz. Biraz da çuvaldızı kendimize batıralım sevgili meslektaşlarım. Gelişmeler son derece önemli. Görmemezlikten, duymamazlıktan, konuşmamazlıktan gelmek kesinlikle olanaksız. Başkalarının sorunlarını umursamayanlar olabilir, ama tarihe bakın, mutlaka siz ve aileniz de etkilenecektir. Ve toz halinde savrulan ülkeden kimseye fayda gelmez. Görün, duyun, konuşun ve gereğini yapın.
21. yüzyılın en önemli sağlık sorunları yoksulluk ve ilişkili sorunlar, kronik hastalıklar ve küresel tehditler, krizler olarak gösterilmiştir. Dünya Bankası dünya nüfusunun yüzde 40’ının günde 2 dolarlık yoksulluk gelir sınırının altında yaşadığı tahmininde bulunmuştur. Dünya üzerinde 3-4 milyar insan yoksulluk seviyesinde yaşamaktadır. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), 21. yüzyılda küresel halk sağlığını tehdit eden tehlikeleri; infeksiyonlar, toksik ve nükleer kazalar ve çevre felaketleri şeklinde sıralamaktadır. DSÖ ayrıca, modern hayatın tempolu ve adrenal yüklü yaşamının getirdiği sağlık sorunlarını “21. yüzyılın sendromu” olarak resmen tanıdı. Gerçekten de çeşitli araştırmalarda ruhsal ve nörolojik hastalıkların giderek arttığı gösterilmiştir.
Her ne kadar 1990’lı yılların başlarında 45 olan yaşam süresi ortalamaları gelişmiş ülkelerde 80’lere yükselmiş -çok sayıda sivil hareketin, toplumsal örgütün ve görmezden gelinemez gerçeklerin dayatmasıyla-, toplumsal sağlık ve koruyucu hizmetlere yönelik çalışmalar önemli oranda artmış, sağlık bütçeleri katlanmış olsa da sağlık sorunlarının büyük ölçüde çözümlenmiş ve dünya çoğunluğunun sağlıklı ve mutlu yaşam sürdürmesinin sağlanabilmiş olduğunu söyleyebilir miyiz?
Sağlık harcamalarının çok önemli bir kısmı yalnızca tedavi edici hizmetlere ve ilaçlara gitmekte. Pek çok ülkede sağlık araştırma ve uygulama politikaları önemli oranda ticari çıkarların ve populizmin etkisinde kalmakta ve bakış açıları insan odaklı olmaktan çok, yalnızca kâr ve çıkar elde etmek olan bazı odaklar tarafından belirlenmektedir. Çeşitli isimlerle rüşvet dağıtıldığı, bilimsel çalışmaların sonuçlarının önceden belirlendiği ve halkın daha fazla ve daha pahalı ilaçlar kullanmaya yöneltildiği yaygın iddialardandır. Bu konularda sınırlamalar ve engellemeler getirilmeye çalışılsa da, dünyanın homojen olmayan yapısı denetimleri ve yasakları etkisizleştirmektedir. Ayrıca, zorunlu ve hayati ilaçların yanlış ve aşırı kullanımı bu ilaçların bir süre sonra etkisiz hale gelmesine yol açmakta ve bu durum yeni sağlık sorunlarına, yeni salgınlara, yeni hastalıklara zemin hazırlamaktadır.
21. yüzyılda iklim değişikliklerinin ve küresel ısınmanın olumsuz etkileri ciddi bir şekilde artmıştır ve bu olumsuz gelişim insan ve doğa yaşamını tehdit etmektedir. Genetik denemeler, sentetik biyoloji ve terör amaçlı çalışmalar, yapay zekâ deneyleri kontrolsüz ve her türlü tehlikeye açık bir şekilde yaygın ve önemli bir kısmı gizli bir şekilde sürdürülmektedir. Örneğin; hayvanlardan insanlara nakil çalışmalarında insan türünün tamamen dirençsiz olduğu ve çok hızlı yayılabilen bir virüsün insana geçmesi ve insan neslini ortadan kaldırabilmesi teorik olarak her zaman mümkün.
Sonuç olarak, 21. yüzyıl, sağlık sorunlarının ve bu sorunları yaratan olumsuz koşulların düzeltilemediği, DSÖ’nün ve diğer resmi ve sivil kurumların çalışmalarının cılız ve yetersiz kaldığı, bilimsel ve insan odaklı sağlık eğitim ve uygulama politikalarının geliştirilip yaygınlaştırılamadığı, doğanın ciddi bir şekilde tahrip edildiği bir yüzyıl olarak varlığını sürdürmektedir.
22. yüzyılda sağlık sorunları ne olacak?
Yarını bile göremediğimiz, mantıklı ve bilimsel temellere dayalı gelecek öngörülerinin anlamsız olduğunu, çöktüğünü gözlemlediğimiz ülkemizden bakarak çok uzun süre sonrasının sağlık sorunlarını öngörmek insana saçma gelebilir, ancak bilim adamları tarih boyunca her dönemde her koşulda olaylara, olgulara bilimsel yaklaşmak ve değerlendirmek zorundadırlar. Gerçekler, doğa ve tarih her türlü “politika”dan üstündür.
Dünyayı ve ülkemizi nasıl bir gelecek bekliyor? Bu “Amok koşusu” nasıl sonuçlanacak, canlılar ve doğa üzerinde yıkıcı etkileri nasıl olacak? Her ne kadar dünyanın sonu konusunda çok farklı görüşler ve senaryolar varsa da, bilim adamları, kadim uygarlıklar ve dinler dünyanın sonunun geleceği düşüncesindeler. Dünyanın sonunun gelmesi 7-8 milyar yıl sonrasına kadar uzatılıyorsa da, canlılığın sonu konusunda çok daha karamsar görüşler de öne sürülmekte. Fizikçi, matematikçi, astronom Isaac Newton’un el yazmalarında dünyanın sonunun 2060’ta geleceğini öngördüğü tespit edildi. Stephen Hawking’e göre; 2800 yılı sonrası dünyanın atmosferi değişecek ve dünya mars gibi sülfürik asitlerden oluşacak, hiçbir canlı yaşayamayacak.Hawking, kıyamet senaryosuna geçtiğimiz 100 yıl içinde meydana gelen doğa olaylarını inceleyerek ulaştığını söylemektedir.
Dünyanın sonu için daha çok uzayla ilgili gelişmeler söz konusu iken, canlılığın yok olması senaryolarında çoğunlukla insan etkisi ön plandadır. Küresel ısınma ve sera gazı etkisi, küresel salgınlar, temiz suya ulaşma güçlüğü, kaynakların tüketilmesi ve aşırı kirlenme, nükleer ve biyolojik savaşlar gibi. Gelecekteki sağlık sorunları bu olumsuz faktörlerin yine insanlar tarafından önlenmesi ve düzeltilmesi ya da daha da kötüleştirilmesi yönünde yapılacak seçime göre şekillenecek.
Eğer bilim adamlarının öngörülerinden de kısa bir sürede sağlığımızın, canlılığımızın, varlığımızın yok olmasını önlemek istiyorsak, bir an önce cambazlara bakmaktan vazgeçip, gerçeklere dönmek ve akılla, bilimsel yöntemlerle çözümler üretmek zorundayız.
Sorun artık, bir var olma sorunudur.