Son yazımı, 14 Mart sağlık haftasıyla ilgili olarak yazmıştım. Hemen arkasından 18 Mart Çanakkale zaferimiz geldi. Baktım şimdiye kadar aramızdan hiç kimse konuyla ilgili bir yazı yazmamış. Aralarında henüz hiç yazı göndermeyenler olmak üzere yüzlerce yazarımız var.
Akademik Akıl’da, yazarlar üç ana grupta toplanmış. Yazmalarını düşündüğüm, sosyal bilimler grubunda başta edebiyat olmak üzere eğitim, güvenlik bilimleri, hukuk, iktisadi ve idari bilimler, ilahiyat, iletişim, insan kaynakları ve toplum bilimleri var. Fen bilimlerinde konuyla ilgisi olabilecek deniz bilimleri ve teknolojisi, fen, havacılık ve uzay bilimleri, mimarlık, mühendislik, teknoloji, orman, ziraat, uygulamalı bilimler, biyolojik bilimler başlığı altında da; eczacılık, hemşirelik, sağlık bilimleri, su ürünleri, tıp, veterinerlik, yaşam ve doğa bilimleri gibi bölümler var. İş başa düştü gibi çaresiz bir doğum hekimi olarak Çanakkale’deki doğumu, o destanı yazacağız.
Hakkında pek çok kitap yazılmış, filmler çekilmiş, doktora tezleri hazırlanmış müthiş bir destan. Tarihçiler ona ‘Son Centilmenler Savaşı’ diyorlar. Askerler olanca güçleriyle savaşırken, yemek için, ölü ve yaralıları taşımak için, hatta sigara içmek için arada bir mola verirler. Düşman askerler, birbirlerine sigara bile gönderirler.
Çanakkale Savaşı, büyük komutan, büyük devlet adamı ve reformist Mustafa Kemal’i tarih sahnesine çıkaran yüce ve kutsal bir savaştır. Tıpkı bir doğum gibi. Sancıları çok uzaklarda Trablusgarp’ta başlayan bir doğum.
Mimar Sinan, “Süleymaniye kalfalık eserim, Selimiye ise, ustalık eserimdir” demiştir. Buna benzer bir benzetme yaparsak Trablusgarp, Mustafa Kemal’in çıraklık, Çanakkale kalfalık, Kurtuluş Savaşımız ise ustalık eseridir.
İngilizler ve Fransızlar, yedi düveli önce Mısır’da toplayıp eğitimden geçirirler. Avusturalya, Yeni Zellanda, Kanada, Anadolu’dan adalara ve Yunanistan’a göç etmiş Rumlar, Ermeniler, Suriye ve Filistin’den gelen Yahudiler, Sudan, Senegal, Fas ve Cezayir gibi, Afrika’daki Fransız sömürgelerinden zorla getirilenler Nepal’den getirilen Ghurkalar hatta Hindistan’dan gelen Müslüman askerler bile var. Askerlere orada her gün, Türklerin ne kadar barbar, ne kadar dinsiz, ne kadar kötü bir toplum olduğu şeklinde telkinlerde bulunulur. Günü gelince de İngiliz, Fransız ve diğer milletlerden askerler savaş gemilerine bindirilip Çanakkale önlerine getiriliyorlar ve savaş başlıyor. Karşı saflardaki Müslüman askerler, bu topraklarda da Müslümanların yaşadığını, camilerden yükselen ezan seslerinden anlıyorlar. Düşmanlar denizden, karadan, ne kadar yüklenirlerse yüklensinler, muhteşem savunmamızı bir türlü geçemiyorlar.
57. Alay, Kurmay Albay Mustafa Kemal, Mehmet Çavuş, Yahya Çavuş, Seyit Onbaşı, Nezahat Onbaşı, Nusret Mayın Gemisinin kaptanı, Yüzbaşı Tophaneli İsmail Hakkı ve Müstahkem Mevkii Mayın Grup Komutanı Yüzbaşı Hafız Nazmi (Akpınar), tıbbiyeliler, lise talebeleri, on beşliler, ve daha niceleri. Çanakkale’de yatan isimsiz kahramanlar, cennet mekanlarınızda, nurlar içinde uyuyun.
İşlerin, umduğu gibi gitmediğini düşünen Limon Von Sanders Paşa, birliklere komuta etmeleri için Alman komutanlar gönderir. Biri hariç, Türk komutanlar görevlerini Almanlara devrederler. Gelen Alman subay, Mustafa Kemal ve subaylarını bir kulübenin içinde yere oturmuş ve önlerinde haritaları incelerken toplantı halinde bulur ve görevi devralmaya geldiğini bildirir. Mustafa Kemal, ‘şu anda muharebenin tam içindeyiz, bu yüzden size komutayı devredemem, ancak isterseniz toplantımıza katılabilirsiniz’ der ve yere oturmasını söyler. Yerde oturmaya alışık olmayan alman subay bir sure sonra çekip gitmek zorunda kalır. Gerçek komutanlık işte böyle bir şey. Yıllar sonra, götürüldüğü Avusturalya’dan vatanına getirilen ve Çanakkale’de kendi topraklarına defnedilen, kesik başın öyküsü ve oradaki anıtı gibi buna benzer yazılan ve anlatılan, onlarca öykümüz var.
Avusturalyalılar yıllar sonra, savaşta ölen askerlerini ülkelerine götürmek için devletimize başvurduklarında Atatürk onlara cevaben, şu tarihi mektubu yazıp gönderir.
“Bu memleketin topraklarında kanlarını döken kahramanlar!
Burada, dost bir vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükun içinde uyuyunuz. Sizler, Mehmetçiklerle yan yana koyun koyunasınız.
Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı
dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve rahat uyuyacaklardır.
Onlar bu topraklarda canlarını verdikten sonra, artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.”
Cumhurbaşkanı, Mustafa Kemal Atatürk, 1934 ve Avustralyalı bir annenin cevap mektubu: “Gelibolu topraklarında yitirdiğimiz evlatlarımızın acısını, alicenap sözleriniz hafifletti. Gözyaşlarımız dindi. Bir ana olarak bana, bir güzelim teselli bahşetti. Yavrularımızın sonsuz uykularında, huzur içinde dinlendiklerinden hiç kuşkumuz kalmadı. Majesteleri kabul buyururlarsa bizler de kendilerine Ata demek istiyoruz. Çünkü, yavrularımızın mezarları başında söylediğiniz sözler, ancak bir öz babanın sözleri gibi yüce, ilahi. Evlatlarımızı bir baba gibi kucaklayan büyük Ata’ya tüm analar adına şükran, sevgi, saygıyla…” Avustralyalı bir anne. Anzaklar ile beraber, tarihi yarımadada her ülkenin ayrı bir şehitliği var. Ben, Çanakkale’yi görmeye iki defa gittim. İlkinden, hiç memnun kalmamıştım. Tur rehberi görülmesi gereken yerlerin çoğunu göstermemiş, turist gezdirir gibi turu çabucacık bitirmişti. İkinci gidişimizde eşimle birlikte, özel bir rehber tuttuk ve o rehber bizi kendi arabasıyla gezdirdi. Sabahtan akşama kadar görmemiz gereken her köşeyi gösterdi. Durduğumuz her yerde, bize Çanakkale tarihimizi ve bilmediklerimizi anlattı. Şehitlerimizin ruhlarına dualar ettik, zaman zaman gözlerimiz yaşardı.
Tarihi mekanları gezerken Seyit Onbaşının bataryası hariç, hiçbir mevzide düşmanı durduran toplarımızı göremedim. Nedenini sorduğumda, rehberimizin bize anlattığına göre: 1950’li yıllarda ülkede demir sıkıntısı var denilerek zamanın sanayi bakanının emriyle, toplar yerlerinden alınarak eritilmişler. Dahası da var, o meşhur top bile eritilmiş. Ne acı. Şimdi orada bulunan top, sonradan İskenderun’dan getirilerek yerine konulmuş. Tarihimize ne kadar önem verdiğimizi görün işte.
Çanakkale, bize Mustafa Kemal’i kazandırdı ve o da ülkemizi düşmanlardan kurtarıp, güzel vatanımızı bizlere hediye etti. Kıymetini bilelim.
Bu yıl, Çanakkale destanıyla ilgili olarak, yazdıklarım ve içimden gelenler bu kadar. Gerisini merak edenler kitaplardan okurlar, gidip yerinde görürler. Çanakkale’de destanların yazıldığı toprakları önceden görmüş olanlar da, belki bir kez daha ziyaret ederler.
5 yorum
Çok beğenerek okudum eline sağlık çanakkale okumaya doyulmayan bir destan ama anlamak çok daha önemli tesekkurler
Sayın hocam elinize sağlık . Çok içten ve güzel yazmışsınız. Anafartalar’ı adım adım yerinde görmedikçe bu savaşı ve eşsiz komutan Ata’yı, onun dehasını, kahraman 15’lileri anlamak mümkün değil diye düşünüyorum. Çocuklarımla birlikte iki kez gittik. Fırsat bulunca tekrar gideceğim. Alan Başkanlığına devredildi malumunuz. Son gittiğimde Abide önünde tiyatro gösterisinde ritüel tarzı oyun beni çok üzmüştür. Oyun boyunca M. Kemal adı hiç zikredilmedi. 25 Nisan 1915 sabahında “Ben size taarruzu emretmiyorum ölmeyi emrediyorum” emrinin ne anlamaya geldiğini; Conkbayırı ve Kilitbahir’de o kutsal toprakların üzerinde iseniz idrak edebiliyorsunuz.
Emeğinize sağlık Haldun hocam
Değerli hocam,
yazınızı okurken çok heyecan ve gurur duydum. Emeğinize, kaleminize, yüreğinize sağlık.
Saygılarımla
Hocam eline sağlık. İnsan daha önce gezip görse, dinlese bile her defasında böyle bir yazı okuduğunda hem yaşananlara duygulanıyor hemde bir askerin, bir savaş uzmanının insana yaklaşımının ne kadar yüce oldugunu görüyor. Lider bir asker, bir sosyolog, sanki bir bilimadamı gibi ve öngörüsü tesadüfe değil bilgi, araştırma ve hesaba dayalı olduğu görülüyor. Ülkemiz için çok büyük bir kazanç ve değer yaratmış. Atamız ve şehitlerimizin ruhu şad olsun.