Odamda oturmuş çalışıyorken acil servisten bağrış çağrış sesleri duyuluyor. İşini gücünü bırakıp koşturanlar oluyor.
Ama ben sükunetimi koruyorum. Her bağırtının peşinden koşmanın anlamsızlığına dair epeyce deneyim sahibi bir adamım artık.
Arkadaşımızın fiziksel şiddete maruz kaldığını söylediklerinde bu dikkatimi çekiyor ama sükunetimi bir süre daha korumayı başarıyorum. “Gördüklerinin yarısına inan, duyduklarının hiçbirine,” demiş Edgar Allan Poe. Şimdiye kadar pek çok zarardan koruyan bu yaşam felsefesi bir süre daha tutuyor beni odamda. İşin iç yüzünü bir öğrenelim hele.
Beyin dalgalarımın frekansının dakikalar içinde değiştiğini hissediyorum. “İçimizdeki Enerji” başlıklı yazımı okuyanlar hatırlayacaktır. EEG ile tespit ettiğimiz beyin dalgaları beynimizdeki faaliyetler ve duygu durumumuz hakkında değerli ipuçları verir.
Mesela en düşük frekanslı delta dalgaları, derin uykuda görülürken biraz daha yüksek frekanslı olan alfa dalgaları sanatçıların bölgesidir. Uyanık olduğumuzda frekans biraz daha yükselir ve beta evresine geçeriz ama bunun da üç seviyesi var.
Odamda çalışırken muhtemelen alfa ya da düşük frekanslı beta dalgaları hakimdi beynimde. Kavgayı öğrendiğimde orta beta evresine geçiyorum. Burada artık dikkatiniz hedefe odaklanır. Öğrenmenin en etkili olduğu evredir bu. Ben de şimdi bazı şeyleri öğrenmek üzereyim.
Birazdan acil servisten gelen arkadaşlarım şiddete maruz kalan adamın ismini söylediğinde duygularım yükseliyor.
Bilincimize toz kondurmayız. Ama bilimsel araştırmalar gösteriyor ki, günlük hayatta yaptığımız işlerin yüzde doksandan fazlasında bilinç geri plandadır. Bilinçaltı dümeni ele geçirir çoğu kez. Akıldan çok duygularımızın etkisindeyiz artık.
Poe geliyor aklıma. Duyduklarımla yetinmiyor ve gidip gözlerimle görmeye karar veriyorum.
Kliniğimizin en genç, yakışıklı ve beyefendi hekimlerinden birini yüzü kanlar içinde görünce duygularım tavan yapıyor. Hani beni dövseler bunu bir yerde anlayabilirim ama bu adamı…
Arkadaşıma şiddet uygulayan her kimse –sorgulamadan- bir bedel ödetme isteği doğuyor içime. İşte şimdi yoğun duygularım zihnimi ele geçirmiş durumda. Adrenalin ve dopamin tavan yapmış. Öğrenmenin ve sağlıklı karar vermenin en zor olduğu evredeyim. Tüm kavga ve çatışmaların olduğu dalga modundan bahsediyorum.
Neyse ki, işi gereği mürekkep yalamış bir ekiple çalışıyorum. Üzülsek hatta biraz öfkelensek de problemin çözümü için yasal yollara başvuruyoruz.
Hepimiz genç ve cahil olsak neler yaşanırdı, düşünmek bile istemiyorum. Mesela, şöyle bir sahne canlandırın gözünüzde: Köy kahvehanesinde oturuyorsunuz. Derken bir çocuk telaşla dalıyor içeri.
“Koşun!” diyor. “Zeki Abi’yi dövüyorlar…”
Beklenen davranış kalıbı nedir?
İçeride ne kadar adam varsa olay yerine koşar. Kavgayı ayırmakla yetinmez, Zeki Abi’lerini döven –mesela- Kadir Amca’yı bir güzel pataklarlar. “Bir de diğer adamı dinleyelim,” diyen az sayıda insanın sesi cılız kalır bu kitle hareketinde.
Güvenlik görevlileri gelir ve kavga yatışır. Derken meselenin iç yüzü anlaşılır. Meğer Zeki, adamcağızın kızını taciz etmiş!
“Bizim Zeki yapmaz öyle bir şey!” diye kestirip atabilir miyiz? Bu mutlak hakikat mi yoksa inanmak istediğimiz düşünce mi? Mesela, biz kahvehanede tavla oynarken Zeki’nin ne işler çevirdiğini biliyor muyuz? Tüm kanıtlar gerçeği gösterse hatta Zeki de yarın karakolda bu suçu işlediğini itiraf etse yine de iddialarımızda diretecek miyiz?
Peki ya diğer adam ne olacak?
İffeti için mücadele eden onurlu bir adamı yumrukladınız. Yarın bu adamın ve yakınlarının yüzüne nasıl bakacaksınız?
Sadece mahallede ya da iş yerinde değil, memleket meselelerinde de işin iç yüzünü öğrenmeden paldır kültür hareket ettiğimizde işte bu türden trajikomik tablolar yaşarız.
“Abi, ne bileyim… Öyle herkes koşturunca…”
Bu mazeret yaptıklarımızı telafi etmez. Bunu biliriz ama yine de aynı hataları işlemeye devam ederiz. Gustave Le Bon, kitlelerin bilinçten ziyade bilinçaltı tarafından idare edildiğini ifade ediyor. Tek başınayken terbiyeli, aydın bir kimse, kitle içinde içgüdüleriyle hareket eden bir canavara dönüşebiliyor. Akşam haberlerinde ekrana göz attığınızda bu tespitin doğruluğunu bizzat görürsünüz.
Hikâyemiz burada bitmiyor aslında. Yaralanan arkadaşımızın tedavisini yaparken olayın ayrıntılarını da öğreniyoruz. Arkadaşımıza şiddet uygulayan genç adam daha önceki hastanede bir başka doktoru da darp etmiş. Oradan karakola götürülünce bu ortamda epeyce zayiat vermiş. Sonra ambulansla bizim hastanemize getirilirken aracın camını kırmış…
Tüm bunları öğrenmek şiddet yanlısı adama karşı olumsuz düşüncelerimizi pekiştiriyor. Ama aramızda bizden daha yaşlı –ve daha bilge- bir hoca var. Tepki gösterecek yerde ortalığı kasıp kavuran genç adamı odasına çağırıyor.
Bu tutumu yadırgıyoruz ama hocaya söz söylemek haddimize değil. Yetmedi bizi de odasına çağırmaz mı! Hadi belaya gel dedin, bizden ne istiyorsun?
O saldırgan adam gitmiş yerine mahcup bir delikanlı gelmiş. Eli yüzü düzgün -hocamızın ifadesiyle- aslan gibi bir adam. Hocayla oturmuş sohbet ederken kedi kadar uslu. Tüm bu şeyleri yaptığına inanmak zor. Ne yalan söyleyeyim ben hâlâ temkinliyim. Yumruk mesafesini koruyorum mesela.
Ciddi ruhsal buhranları nedeniyle doktor takibinde olduğunu öğrendiğimiz adamın tedavisinin derdine düşüyoruz bu sefer. Yatıp tedavi göreceği bir hastane bile arıyor hocamız. Yer bulununca tokalaşıp uğurluyoruz misafirimizi. Şiddete maruz kalan arkadaşımız bu sahneyi görse kahrolurdu herhalde.
Daha büyük bir felaket olmadan zanlıyı –artık o da bizim bir hastamız- gönderdik diye düşünüyoruz ama felaketin büyüğü sırada bekliyormuş. Akşam saatlerinde hasta yakını telefonla arayıp acı haberi veriyor.
Hastamız intihar etmiş!
Yüksek frekanslı beyin dalgalarının zirve yaptığı noktada maksimum dopamin etkisinde zihni dumura uğrayan genç adam önüne gelene şiddet uygularken ne yaptığının farkında bile değildi. İçimizde bir karşılık verme güdüsü kabarırken biz de biraz olsun dopaminin etkisindeydik. Ve acı final…
Tıpkı diğer binlercesi gibi bu hastamız da bana kocaman bir hayat dersi veriyor giderken. Her duyduğuna inanıp gaza gelme! Gördüklerinin de yarısına inan. Madalyonun bir de öteki yüzüne bak mesela. Duyguların zihnini ele geçirmişse harekete geçmeden önce derin bir nefes al ve düşün.
Bir adamın aklıyla değil de yoğun duygularının güdümüyle hareket ettiğini anlamak kolaydır. Konuşurken sesini yükseltir örneğin. Yüzü kızarır, kaşları çatılır. Biraz dikkat ettiğinizde parmakları titriyordur. Ve sözleri…
Düşüncesini arı duru bir dille aktarmaktan öte hakaret, küfür ve tehdit içeren ifadeler kullanan adamın bilinçaltının etkisiyle sürüklendiğini tahmin etmek hiç de zor değil. “Duygularımızla hareket ettiğimizde aklımızı geri plana iteriz,” demiş Cenap Şahabettin. Harika bir tespit! Akıllı bir insanın işte bu noktada durup düşünmesi gerekir.
Sükunetle dinlemek, meselenin iç yüzünü tam olarak öğrenene kadar sabırla beklemek… İşte bu tutum, bilge olarak nitelendirdiğimiz az sayıdaki insanın başarabileceği bir şeydir.
“Felsefeye uyan biri ömründeki her çağı sıkıntısız geçirebilir,” demişti Cicero. Abartılı gibi görünse de gerçeklik payı büyüktür.
Asırlar önce ne dopamin biliniyordu ne de beyin dalgalarını tespit eden cihazlar vardı. Ama milattan önce yaşamış bir filozof olan Herakleitos bugün bile geçerliliğini yitirmeyen harika bir tespit yapıyor:
“Mutluyken söz verme, üzgünken cevap verme, öfkeliyken karar verme!”
Kendine karşı dürüst olmanın hayattaki en önemli şeylerden birisi olduğuna inancım gün geçtikçe artıyor. Kendimize dürüstçe sormalıyız: Hayatımın merkezinde ne var? Masum bir adamın hakkını aramak mı yoksa tacizci bile olsa kendi arkadaşımızı savunmak mı?
Memleketi kurtarmak için giriştiğimiz aksiyonlarda aynı soruyu dürüstlükle sormalıyız kendimize: Hayatımın merkezinde ne var? Yapıp ettiklerim memleketime fayda mı sağlıyor zarar mı veriyor? Yoksa hassasiyetlerimi suistimal eden bir bozguncunun oyununda figüran mı oluyorum farkında olmadan?
Bir televizyon haberini hatırlıyorum. Annesinin ölümüyle genç kız hayatının en büyük acısını yaşamıştı muhtemelen. Ölen kişinin aslında annesi olmadığını öğrendiğinde yaşadığı sarsıntıyı düşünün. Hele bir de ölenin aslında kadın bile olmadığını öğrendiğinde!
Yıllar önce ekranlarda bu haberi izlerken sarsılmıştık. Genç kızın ruh halini hayal bile edemiyorum. Hangimiz böylesine zor bir gerçekle yüzleşince sükunetle kabullenmeye hazırız?
Yıllardır peşinden koştuğumuz ideolojinin ya da liderin aslında yanlış yolda olduğunu öğrendiğimizde bunu kabullenecek olgunlukta mıyız? En kutsal inançlarımıza varıncaya kadar her şeyi sorgulayacak cesaretimiz var mı?
Mesela, bir dindar aslında bir Tanrı olmadığı ihtimaliyle yüzleşmeye ne kadar hazır? Ya da bir ateist gerçekte bir Tanrı olma ihtimali üzerinde hiç düşünür mü?
Ringe çıkmadan -yani ikinci en güçlüyle karşılaşmadan- en güçlü olduğumuzu ilan etmek ikna edici değildir. En kutsal düşüncelerimizi de diğerleriyle karşılaştırmadan hiçbir şeyden emin olamayız. Dekart gibi masamızdaki her şeyi atıp sıfırdan başladığımızda gerçeğe ulaşma ihtimalimiz artacaktır.
Din, ideoloji ve siyasi düşüncelerimize bağlılığımız çoğu kez aşk gibi yoğun duygular içerir. Bu yüzden hata yapmaya meyilliyizdir. Çözüm için filozofların dingin ruh haline ihtiyaç vardır.
“İnsan ne kadar az bilirse, o kadar şiddetle savunur,” der Bertrand Russell. Nohut kadar bilgiyle elma kadar fikir sahibi oluruz. Sonra birileri aslında yanlış yolda olduğumuza dair karpuz büyüklüğünde kanıt sunsa da yapıştığımız bu fikri bırakmayız.
İnsanoğlu kendini kandırmaya meyillidir. Yıllardır peşinden sürüklendiği düşüncenin yanlışlığını kabul etmektense bu düşünceyle uyuşmayan her şeyi reddetmeyi tercih eder. John Locke tarafından ifade edildiği gibi, “Fikirlerine âşık olan insanlar sadece varsayımlarda bulunmaz, ortaya yanlış iddialar da atarlar.”
Ama Dekart gibi bir filozof olsak “Belki de kesin olan tek şey hiçbir şeyin kesin olmadığıdır,” deriz. Ya da Sokrat’ın bilgeliğine ulaşsak daha mütevazı oluruz. “Bildiğim bir şey varsa o da hiçbir şey bilmediğim!” deriz. Bilgelerin yolunu izlediğimizde yarın yüzümüzü kızartacak şeyler yapmadan önce sakin bir kafayla düşünürüz.
Yoğun duyguların yanıltıcı etkisinden arındırılmış saf bilginin ışığında erdemli bir yaşam ve barış dolu bir dünya dileklerimle…
7 yorum
Kaleminize sağlık.Tespitlerinize ve yazınızın sonundaki dileğinize katılıyorum lakin modern çağın hızlı temposunda ve sürekli uyaranlara maruz kalan beynimizle çok zor gerçekleşecek bir durum.
Hocam ne kadar güzel bir konuyu ele almışsınız, kutluyorum sizi.
Bir kez değil tekrar tekrar okuyabilirim🙏🏼
Şiddetin her yanımızı sardığı şu süreçte çok beğendiğim bir makale olmuş. Yüreğinize sağlık…
Kalemine sağlık. Bugün çok ihtiyacimizin olduğu bir yazi oldu.. Çok teşekkür ediyorum.
Artik beyin istirahatim için eserlerinizi okuyorum. İyi ki varsiniz.
Halil Hocam çok güzel bir tespit yapmışsınız elinize yüreğinize kaleminize sağlık
Sevgili okurlar,
İlginiz ve güzel yorumlarınız için teşekkür ederim.