Yıl 1986. 26 Nisan, saat 01.24. Dünya tarihinin en büyük nükleer kazası. Hiroşima’da gerçekleştirilen nükleer silahlarla olan bir kaza değil, bir saldırı.
Bu yüzden Hiroşima en büyük katliam (bilinçli yapıldığı için), Çernobil bir facia (kaza olduğu için). Patlamanın olduğu yıl içinde bir nükleer kazanın zaman süreci içerisinde ortaya çıkabilecek tehlikelere bilim çevrelerinden dikkat çekilmiştir.
Bu tür durumlarda, önlem almak toplumu yöneten politikacıların görevi, alınacak önlemlerin yöntemini belirlemek ise bilim çevrelerinin görevi. Başarılı bir mücadele yöneticilerle bilim insanlarının doğru zamanda yeterli önlem almayı sağlayan koordinasyon yaklaşımını benimseyip uygulamaktır.
İyi de, Çernobil paltamasının ardından Türkiye’de Cumhurbaşkanı Kenan Evren, sanki bir nükleer felaket olmamış da, çay festivali düzenlenmiş gibi, “İşte çay işte ben, bir nükleer zarar olsa çay içermiydim” derecesine gazetelerde çay bardaklarıyla poz veriyordu. 12 Eylül darbesinin lideri, halkı darbe ile uyutması yetmemiş gibi, bir de radyasyonlu çayla uyutmaya kalkmıştı. Doğrusu uyutmuştu da…
Aradan 20 yıl geçmesine rağmen ciddi bir önlem alınmadığı gibi, halkı tatmin edecek bir bilimsel araştırmaya da kapı açılmamıştır. Darbecilerin halkı nasıl kandırdıklarını gösteren önemli bir tarihi olayı yansıtması açısından, Çernobil çarpıcı bir örnek olmuştur.
Nükleer patlama sonucu radyasyon yayılabildiği bölgelerde doğayı kirletir. Nükleer serpintinin “akut” etkileri dışında uzun yıllar sonra ortaya çıkabilecek “kronik” etkileri daha da önemlidir.
Biyolojik hayatın genetik kökenine etki etme potansiyeli olan radyasyonun, etki sürecinin, hangi aşamasında nasıl bir patoloji ortaya çıkaracağı önceden bilinemez. Ancak bilinen bir şey var. İnsan dokularına belirli oranda radyasyon uyguladığınızda kanser üretmeniz mümkündür.
Bu durum dokulardaki radyasyona karşı olan hassasiyetle ortaya çıkma bakımından zaman farkı gösterebilir.
Dokularda kanserin başlama ve gelişme sürecine bakıldığında, değişik dokularda değişik zaman süresi içerisinde ortaya çıkma potansiyeli vardır.
Örnek olarak meme kanserini verirsek, meme dokusundan muayene ile ele gelen 1 cm boyutunda bir kanser kitlesinin, 30 kez hücre bölünmesine uğrayarak ortalama 5-7.5 yıllık bir zamanda bu duruma geldiği kabul edilir. Bu süre değişik dokularda farklı sürelerde olabilirse de, çok farklı değildir.
Kanserle ilgili risk faktörleri olan insanlarda hassasiyet daha da fazladır. Ülkemizin Karadeniz bölgesini, özellikle Doğu Karadeniz bölgesini etkilediği var sayılan Çernobil’in radyasyon serpintisinin toprakla uğraşan insanları etkilediği iddia edilmektedir. Kanser oranının arttığı öne sürülmektedir.
Kazadan 20 yıl sonra…
20 yıl önce çay partileri yerine, Karadeniz bölgesinde radyasyonun yayıldığı alanları tespit etmek, risk faktörü taşıyan vatandandaşlarımızı saptayarak önlem almak, birkaç ilde kanser araştırma laboratuvarları kurarak araştırmaya başlamak, erken kanser yakalama merkezleri kurmak daha çağdaş olmaz mıydı? Bütün bunları söylerken günümüzde çok tartışılan nükleer enerji santrallerinin kurulması konusuna da karşı olduğumuz zannedilmesin. Nükleer enerji üretmek başka şey, nükleer silah üretmek başka şey. Nükleer enerji üretmek tüm ülkelerin doğal hakkıdır, ancak bunu nükleer silaha dönüştürüp insan biyolojisine yöneltmek tüm insanlığın karşı durması gereken bir durumdur.
Nükleer enerji üretimine karşı olmak, nükleer silah üretiminin yanında olmak kadar bilinçsizlik göstergesidir.
Nükleer enerjiye evet!
Nükleer silaha hayır!