Evet, evet, doğru, yanlış okumadınız. Bu makalenin başlığı, “Cerrahlar Dikkat! Hekimliğiniz Elden Gidiyor”. Peki, cerrahların hekimliği elden gidiyor da, diğer branşlardaki uzman meslektaşlarımın, hatta pratisyenlerin hekimliği ne durumda? Onların durumu çok mu daha iyi? Hayır, asla… Gerek tıbbi ve sosyal eğitim sistemimiz ve gerekse idari yapılanma, disiplinler arası klinik ilişkiler ve en önemlisi, etik ve ahlak kavramlarını kendilerine göre yorumlayıp, kendilerince algılayan bu kafaların hekim düşmanlığı böyle devam ettiği müddetçe, onları da maalesef, aynı hazin akıbet bekliyor. Ancak, bu hususu bir başka makalede ele almayı düşündüğüm için, burada münhasıran cerrahi branş uzmanlarının hekimliğini gözler önüne sermek istiyorum.
Bütün meslektaşlarım çok iyi bilir ki, tıbbın sarsılmaz esaslarından biri de “Hastalık yok, hasta var.” ilkesidir. Hastalığı değil, hastayı tedavi etmek ve sağlığına kavuşturmak yegâne gayemiz olmalıdır. Gerek tıbbi ve gerekse cerrahi tedavi planımızı yaparken, hastayı maddi-manevi kişiliği ile kalbiyle, böbreğiyle, gözüyle, kulağıyla, velhasıl bütün organları ile bir bütün olarak ele alıp, dikkatle değerlendirmemiz gerekir.
Çok üzülerek belirtmeliyim ki, insanlık için daha iyi hekim yetiştirmekten ziyade, TUS’ta daha başarılı olabilecek elemanları mezun etmek için gayret sarf eden tıp fakültelerimizin, hem pratisyen hem uzman ve hem de cerrahların eğitimlerindeki politika, metot ve felsefelerini, günün şartlarına göre tekrar gözden geçirmeleri gerekir.
Her hekimin olmazsa olmazı olan tansiyon aleti ve stetoskop, teknolojik tıbba kaçınılmaz esaretin de etkisi ile bırakın cerrahları, dâhili branşlardaki uzmanların da maalesef pek rağbet etmedikleri araçlar haline geldi. Çok şükür, artık cerrahların çoğu bu aletleri tanımaz durumdalar! Kanaatimce bu problemin en önemli sebeplerinden biri, “İlim bir nokta idi, cahiller onu büyüttü.” diyen Hz. Ali’nin sözünü doğrularcasına, detayda aşırı uzmanlaşma ve ana merkezden bu oranda uzaklaşmadır. Nerede ise “Ben sadece sağ kulak uzmanıyım, sol kulaktan anlamam.” diyecek duruma geldik!
Normal zamanda saçının bir teline bile en ufak zararın gelmesine tahammül edemeyen kişi, hastalanınca, hekimine “Buyur, Doktor Bey, böbreğim, midem, kalbim, beynim, canım sana emanet. Sana güveniyorum.” diyerek, teslimiyetini, bir yerde de acziyetini ifade etmektedir. Hekimine her şeyi ile teslim olan hastayı, bütün sistemleri ile bize emanet olarak görmeli ve her organından kendimizi direkt olarak mesul tutmalıyız. Bize emanet edileni de, diğer meslektaşlarımızla görüş alışverişinde bulunmak, konsülte etmek, istişare etmek ve en iyi plan ve programı protokol haline getirmek bir yana, çok özel durumlar hariç, bir başkasına da emanet etmemeliyiz.
Ameliyatını yaptığımız bir hastanın nabzını tutmak, kalbini, akciğerlerini ve barsak seslerini dinlemek, birinci planda, cerrah olarak bizim görevimiz, onurumuz, hatta hakkımızdır! Ameliyat ettiğimiz hastamızda kendi branşımız dışında, çok basit de olsa bir problemle karşılaşınca, kendimiz hiçbir değerlendirme yapmadan, ilgili branşlardan konsültasyon talebinde bulunmak; konsültan hekimin yüzünü dahi görmeden, onunla hasta hakkında istişare etmeden, yazılanlar doğrultusunda hareket etmek, cerrahların hekimlik kabiliyetlerine sekte vurmakta, tabipliklerini unutturmakta, onları sadece bir teknisyen durumuna düşürmektedir.
Üniversite hastanelerinde olmasa bile, özel ve devlet hastanelerinin çoğundaki “YOĞUN BAKIM YAPILANMASI”, sistem olarak tuz-biber olmakta, bu problemi daha da derinleştirmektedir. Cerrah ameliyat ettiği hastayı, postoperatif dönemde, özel dal hastaneleri ve çok spesifik branşlar hariç, genel yoğun bakım ünitelerine göndererek, bir yerde postoperatif bakım ve takip mesuliyetinden ve külfetinden kurtulmakta ve hekim düşmanlığının had safhaya geldiği ve hekimleri çıban başı olarak görmek, göstermek arzu ve hedefinin topluma yansıması olan politikalardan refleks olarak da korunabilmek için “Benden ne kadar uzak, o kadar iyi!” ebleh düşüncesine mahkûm olmaktadır.
Kendi gözünüzün gördüğüne, kendi kulağınızın duyduğuna azami itimat göstermenizi ve inanmanızı ve “Acaba kaç cerrahın tansiyon aleti ve stetoskop ile ünsiyyeti ve kurbiyyeti vardır?” sorusuna da cevap aramanızı istirham ederken, bir sonraki makalemizde buluşmak temennisi ile mutat olduğu üzere bir yeni, müstesna rubaimizle bitirelim.
SİNEMDE KARANFİLLER
Bilmem yine açar mı, kalbimde solan güller,
Gülümser mi amberi, kıvır kıvır kâküller.
Acaba hissettin mi, nasıl da güzel koktu,
Sinemde ateşinle, tutuşan karanfiller.